Anayurt Oteli

Değişen Dünyada Yalnız Hisseden Tek Kişi Siz Değilsiniz

Zebercet, devamlı olarak odasındaki aynaya bakar ve her baktığında yalnızlığı ile yüzleşir...

Türk Sineması'nda kitaptan uyarlanma pek çok örnekle karşılaşırız. Bazıları çok ilgi görerek ikinci defa çekilmiştir, hatta diziye uyarlanma örnekler de mevcuttur. Fakat günümüzde pek çok kişinin bilmediği, Türk Edebiyatı ve sinemasında kitlesinin üzerine uzun uzun düşündüğü bir eserden, Anayurt Oteli'nden bahsetmek istiyorum.

Yusuf Atılgan'ın ikinci kitabı olan Anayurt Oteli, 1973 yılında yayımlanmıştır. 1986 yılında ise Ömer Kavur tarafından beyaz perdeye uyarlanmıştır. Bireyin ruh hâlini en iyi yansıtan yazarlardan birisi olarak bilinen Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli'nde de aynısını yapmıştır. Hangi dönem olursa olsun yaşanılan sosyal, kültürel, ekonomik değişimlerle birlikte insanlar bulundukları ortama uyum sağlama çabası içerisine girmişlerdir. Bu çaba içerisinde başarılı olamayan kişiler, kendisini çevreden uzak hissedip, büyük psikolojik problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Zebercet karakteri ile bu psikolojik problemler gözler önüne serilmektedir. Zebercet, Anayurt Oteli'nin hem katipliğini hem işletmeciliğini yapmaktadır. Bu otel içerisindeki yalnızlığını ve yaşadığı olayların kendisinde bıraktığı etkileri gözlemleriz. Zebercet isminin insanlar tarafından gülünçle karşılandığını öğrenip, onu daha kolay anlarız. Zebercet'in sakin, her günü birbirinin aynısı olan bir hayatı vardır. Bir gün otele, Ankara treni ile bir kadın gelir. Hayatı günden güne değişerek farklı bir hâl almaya başlar. Mesela bıyıklarını kesmesi, ve çevresinden aldığı tepkiler buna bir örnektir. Karakterin değişimine şahit olabilmek, bir şeylerin değiştiğini anlayabilmek için güzel bir sahnedir. Bu değişimlere bir diğer örnekse kadının tekrardan otele gelmesinden umudunu kesen Zebercet, otele kimseyi almaya başlamaz, daha hırçın birisi olmaya başlar.

Totem yapar gibi, kadının bırakıp gittiği odada kırılan bardağın yerine aynı şekilde bardak koyan, o odanın atmosferini bozmamaya çalışan Zeberecet umudunu kaybetmemeye çalışır. Tıpkı diğer insanlar gibi sevmek ve sevilmek ister. Fakat zamanla kadının gelmemesi umudunu tüketir ve tüm hırsını, kinini dış dünyaya yansıtır. Yazarında belirttiği gibi yaşadığı yalnızlığı uçlarda yaşar.  

     İnsan, hem kitapta hem filmde Zebercetle birlikte derin düşüncelere dalıyor. Acaba kadın geri gelecek mi, gelirse ne olacak, Zebercet kadını aramaya gidebilecek mi gibi sorular devamlı aklımızı kurcalıyor. Karakterin yerine kendimizi koymakta zorlanmıyoruz. Çünkü aklını sürekli o kadına takması, her şeyi ona bağlaması, yaşadığı sorunlar bizi hemen Zebercet ile bütünleştiriyor. Zebercetten kendimize bir şeyler katıyoruz. İşlerin nasıl ilerleyebileceğine şahit oluyoruz. 

“Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde. Defteri kapadı. Ne gereği vardı artık bunları yazmanın ya da birkaç satır yazıp bırakmanın?”