Arşivin Sustukları: Tarih Kimleri Yazmaz?
Kadın ve Tarih Üzerine
Hiç tarihle ilgilenmeyen kişiler dahi mutlaka tarihi bir içeriğe denk gelmiş, derslerinde bulunmuş veya farkında olmadan ilintili alanlarla ilgilenmişlerdir. Genellikle bu içeriklerde karşınıza çıkan kişiler padişahlar, kumandanlar, devlet büyükleri gibi erkek figürlerdir. Peki ya kadınlar? Kadınları da çoğunlukla saydığım mühim kişilerin annesi, eşi, kızı ve benzeri sıfatlarla satır aralarında görürüz. Oysa kadınlar en az erkekler kadar tarihin hem öznesi hem de tanığıdır.
Peki tarih neden onları çoğunlukla es geçer?
Kadınların adlarıyla birlikte deneyimlerinin de yok sayılması tarihin içerik açısından zayıflaması anlamına gelir. Tanzimat Dönemi’ne kadar kadınların yalnızca yazılı kaynaklarda değil, toplumsal hayatta da oldukça silik bir yaşam sürdüklerini söylemek mümkün. Ancak Jön Türkler ve ardından II. Meşrutiyet Döneminden itibaren kadınların da eğitim-öğretime katılması, iş kollarında kadınlara daha sık rastlanır olması ve bağlayıcı geleneklerden bağımsız, özgür birer birey olma merdiveninde ilk basamakları tırmandıklarını görmek bulundukları dönem dolayısıyla devrim niteliğindedir denebilir.
Teokratik ve/veya otokratik yönetimlerde yöneticinin iki dudağının arasında yaşanan, yaşanmayan ve yaşanamayan hayatlar oldukça olağandır. Kadınların da bu durumdan nasibini yeterince aldığını söylemek mümkün. Örneklendirmek gerekirse; kadınların eğitim ve mülkiyet-miras haklarının kısıtlılığı, kamusal alandaki görünmezlikleri ve padişah emrinde hizmet görevlerinde bulunmaları kadınların arka planda kalmasına yol açmıştır.
Bu kadar hor görülen kadın, kadınlık ve kadın hayatının tarih sahnelerinde tüm şeffaflığıyla yer aldığını görememek bir sürpriz olmasa gerek.
Dikkat çekmek gerektir ki kadınların hak savunuculuğunu yine erkekler üstlenmiştir.. Günümüz feminizmi çerçevesinden bakınca olağandışı görülebilir veya tasvip edilmeyebilir fakat söz sahibi olmayan kadınların talepleri pek tabii bir erkek tarafından yansıtılmadığı sürece gerekli mercilerde karşılık bulamayacaktı. Bu bir serzeniş veya sitem değil; toplumun yapısı ve dönemin koşulları göz önüne alındığında kadınların mücadelesinin yalnızca kadınlar önderliğinde olmasını beklemek biraz ütopik olacaktır. Kadınların varlığı adına atılmış her adım kadın hareketindeki kıymetini korur.
Özellikle son yıllarda bu durum tüm kadınların gayretiyle seyrini değiştirmeye başlamış, kadınların kendi hareketlerinin öncüleri olmak konusunda sayısız başarıya imza attıkları gözle görülür hale gelmiştir. Örneğin ‘’Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’’ gibi birçok platformun kadınların hukuk mücadelelerinde rol aldığını veya ‘’Kız Başına’’ gibi kâr amacı gütmeyen sosyal sorumluluk platformlarının cinsiyet eşitsizliği ve kadının yeri hakkında toplumun bilinçlenmesinde ön ayak olduğunu aşikâr.
Fakat günümüzdeki kazanımların değerlendirmesini yapmak bir yana, tarihte önemli yer edinmiş, siyasi zekâsı ve gücüyle akıllara kazınmış kadınlara da rastlamak mümkün. Birçok isimden birkaç örnek vermek gerekirse; Osmanlı saray siyasetinde büyük etkisi ve söz hakkı olan Kösem Sultan, Tanzimat sonrası kadın düşünce hayatının öncülerinden Fatma Aliye gibi farklı dönemlerden iki kadının öncülük ettikleri ve yürüdükleri yolda gösterdikleri cesaretleri göz ardı edilmemeli.
Kadınlar kendi hikayelerini yazmakla kalmayıp geleceğin gidişatını da şekillendirir. Görünmezlik tarih boyunca kadınların omuzlarında yük olmuş olabilir fakat bu kara bulutu dağıtmak yine biz kadınların elinde. Hepimiz bir zamanlar sesi bastırılmış, suskunluğu yeğlenmiş kadınların güçlü sesleri olmak sorumluluğunu taşıdığımızın bilincinde olmalıyız. Siz varsınız, ben varım, kadınlar var. Dünya değişiyor, tarihi yeniden yazmak mümkün ve bu defa kadınlar da bu sahnenin başrolünde.
Amelia Earhart’ın da dediği gibi, ‘’The most difficult thing is the decision to act, the rest is merely tenacity.’’
Harekete geçme cesareti gösterin ve yolunuza sıkı sıkı sarılın.