Avrupa Yeşil Mutabakatı: Karbonsuz Bir Gelecek mi, Yoksa Yeşil Bir Tiyatro mu?

Avrupa'nın çevreyi kurtarma planı, sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle ne kadar örtüşüyor?

Avrupa Yeşil Mutabakatı, kulağa tam anlamıyla bir kurtuluş reçetesi gibi geliyor. Gezegenimiz için daha iyi bir gelecek, daha temiz bir çevre, karbon nötr bir dünya... Ama bu sözlerin arkasında gerçekten ne var? Avrupa'nın çevreyi kurtarma planı, sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle ne kadar örtüşüyor? Bu yazıda hem Yeşil Mutabakat'ın hedeflerine yakından bakacağız hem de bu büyük vaatlerin ne kadarının gerçek olduğunu sorgulayacağız.

Avrupa Yeşil Mutabakatı Nedir?

Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal), Avrupa Birliği'nin (AB) 2050 yılına kadar karbon nötr bir kıta olmayı hedefleyen kapsamlı bir strateji planıdır. Karbon nötr olmak, bir bölgenin atmosfere saldığı karbon miktarını dengelemesi anlamına gelir. Yani Avrupa, saldığı karbonu ya tamamen sıfırlayacak ya da saldığı kadarını ormanlar gibi doğal yutaklarla dengelemeye çalışacak. Bu plan, 2019 yılında Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından ilan edildi ve AB'nin çevre politikalarını kökten değiştirmeyi vaat etti. Peki bu planın detayları neler? 2030 ve 2050 yılları için farklı hedefleri var.

  • 2030 Hedefleri: Sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine kıyasla %55 oranında azaltmayı planlıyor. Bu hedef doğrultusunda, yenilenebilir enerji kullanımını artırmak, enerji verimliliğini geliştirmek ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak gibi adımlar atmaya çalışıyor Avrupa. Ayrıca sınırda karbon düzenlemesi gibi yenilikçi mekanizmalarla diğer ülkeleri de bu dönüşüme dahil etmeye çalışıyor.
  • 2050 Hedefleri: 2050'de ise AB'nin karbon nötr bir kıta olması hedefleniyor. Bu, Avrupa’nın sera gazı emisyonlarını sıfıra indirmesi veya saldığı emisyonları dengelemesiyle olacak. Ancak bu hedef, enerji sektöründen ulaşıma, tarımdan sanayiye kadar büyük bir dönüşüm gerektiriyor.

Peki hedeflerin içindeki terimlere bakalım. Ne demek bu “karbon nötr”? Atmosfere salınan karbon miktarını sıfırlamak ya da yutak mekanizmalarla dengelemek. Sadece karbon değil, tüm sera gazı emisyonlarının sıfırlanması ise “net sıfır hedefi” oluyor. Avrupa’nın bir diğer hedefi de “sınırda karbon düzenlemesi”. Avrupa’ya ihraç edilen ürünlerin karbon ayak izine göre vergilendirilmesi. Örneğin, karbon yoğun bir üretim sürecinden gelen çelik veya çimento, Avrupa’ya ithal edilirken ek bir vergiye tabi olabilir. Şirketlerin karbon emisyonları üzerinden vergi ödemesi “karbon vergisi” olarak isimlendirildi. Avrupa bu vergiyi bazı ülkelerde uygulamaya başlamış durumda, ancak sistemin etkisi hâlâ tartışmalı.

Avrupa’nın Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri

Avrupa, sürdürülebilir kalkınma için ciddi yatırımlar yapıyor gibi görünüyor. Yenilenebilir enerji projeleri, döngüsel ekonomi girişimleri, yeşil şehir planlamaları... Ayrıca, gelişmekte olan ülkelere finansman ve teknoloji transferi sağlayarak bu ülkelerin de sürdürülebilir kalkınma süreçlerine dahil olmasını destekliyor. Ancak bu noktada bir çelişki var: Avrupa, sürdürülebilir kalkınmayı desteklerken bir yandan da gelişmekte olan ülkelere ağır yükler yüklüyor.

İki Yüzlü Bir Mutabakat mı?

Avrupa Yeşil Mutabakatı, idealist hedefleriyle övgü toplasa da gerçekler biraz farklı. Avrupa, karbon emisyonlarını azaltırken yüksek karbon salınımlı üretimi başka ülkelere kaydırıyor. Yani kendi karbon ayak izini düşürmek için emisyonlarını dışarıya ihraç ediyor. Bu, bir anlamda “yeşil aklama” yaparken kendi arka bahçesini başkalarına kirletmek demek. Sınırda karbon düzenlemesi gibi uygulamalar, ekonomik olarak daha zayıf ülkeleri zor durumda bırakıyor. Üretim süreçlerini dönüştürmek için yeterli kaynakları olmayan bu ülkeler, Avrupa’nın çevreci politikalarının yükünü sırtlamak zorunda kalıyor. Buradan da gelişmekte olan ülkeler üzerinde baskı yaratıldığı anlamı çıkıyor. Ayrıca, şirketlerin çevreye katkısı bir tartışma konusu. Avrupa’da büyük şirketler, sürdürülebilirlik projelerinde yer alırken aynı zamanda çevreyi tahrip eden faaliyetlerine devam ediyor. Yani şirketlerin “yeşil” maskesi, çoğu zaman sadece bir halkla ilişkiler stratejisinden ibaret kalıyor. Bu da çevreci kesimde güven ve umut kırılganlığı yaratıyor. Nasıl yaratmasın ki… Baktığımızda hedefler de pek gerçekçi değil. Avrupa, 2050 karbon nötr hedefine ulaşmak için iddialı adımlar atıyor gibi görünüyor fakat yenilenebilir enerji ve altyapı yatırımları yeterince hızlı ilerlemiyor. Ayrıca, fosil yakıtlardan tamamen vazgeçmek hâlâ büyük bir zorluk. COP’29 yazımda da fosil yakıtlar hakkında bir adım atılmadığından bahsetmiştim hatırlarsanız.

Peki Ne Yapmalıyız?

Eleştirel düşünmek önemli, ancak bu demek değil ki Avrupa’nın çabalarını tamamen küçümsemeliyiz. Bu kadar umutsuz olmak gerekmiyor. Yeşil Mutabakat, küresel bir dönüşüm için güçlü bir başlangıç olabilir. Ancak Avrupa’nın daha dürüst, daha adil ve daha kapsayıcı bir yaklaşım benimsemesi şart. Bunun için gelin, yalnızca Avrupa’yı eleştirmekle kalmayalım, kendi çevremizde de fark yaratmaya çalışalım. Daha az tüketmek, çevre dostu seçimler yapmak ve sesimizi yükseltmek... Sesimizi yükseltmek ve karar mekanizmalarına baskı yaparak harekete geçmelerini sağlayabilmek bizim elimizde. Çünkü gezegenimizi kurtarmak, sadece Avrupa’nın değil, hepimizin sorumluluğu.