Avusturya Edebiyatının Kimliği
Avusturya'nın yıllar içerisinde milli kimlik arayışının kısa bir öyküsü...
Avusturya edebiyatı; İsviçre, Almanya ve Lihtenştayn edebiyatıyla birlikte “Almanca Yazın” başlığı altında değerlendirilir. Bu edebiyatları birleştiren temel unsur, eserlerin Almanca yazılmış olmasıdır. Ancak her biri kendi coğrafi, tarihi ve kültürel arka planına sahip olduğu için, bu ortak dil onları tamamen birleştirmek yerine yalnızca bir çatı altında toplar. Her edebiyatın kendine özgü değerleri, estetik anlayışı ve tarihsel gelişimi olduğundan, tek bir Alman edebiyatı tanımı bu farklılıkları açıklamakta yetersiz kalır. Özellikle Avusturya edebiyatı, dil kullanımında sergilediği pragmatik farklılıklar ve kendine has yazınsal üslubuyla Alman kültüründen ayrışır. Bu ayrışma, Almanca yazan yazarların her zaman aynı ideolojik, kültürel ya da estetik düzlemde olmadığını da gösterir.
Avusturya’da yazılmış bir metin, her zaman Avusturya ideolojisini temsil etmez. Çünkü edebi metinler, yalnızca üretildikleri coğrafya ile değil; yazarın bireysel tavrı, dönemin ruhu ve estetik tercihlerle de şekillenir. Örneğin Avusturyalı yazar Thomas Bernhard, eserlerinde sıklıkla tekrarlar ve tiyatral anlatım biçimlerini kullanır. Ancak bu tercihleri onun yalnızca Avusturyalı olmasından mı, yoksa modernist bir yazar kimliğinden mi kaynaklanır, bu soruya yalnızca “Almanca yazın” çatısı altında cevap vermek mümkün değildir. Bu nedenle Almanca edebiyatı, sadece dil temelinde bir birlik oluşturur; ama bu yazarların kimliğini ya da edebiyatın yönelimini bütünüyle belirlemez.
Avusturya edebiyatı, kendi içinde tarihsel olarak iki ana döneme ayrılır: 1945 öncesi ve 1945 sonrası dönem. İlk dönem, Avusturya'nın tarih sahnesine Babenberger Hanedanlığı ile çıkmasıyla başlar. Bu dönemde tiyatro ve dramatik metinler ön plandadır. Ardından gelen Habsburg Hanedanlığı döneminde ise Avusturya çok uluslu ve çok dilli bir yapıya bürünür. Bu yapı, ulusal kimliğin edebiyata yansımasını zorlaştırmış, hatta uzun süre net bir Avusturya kimliği oluşamamıştır. Avusturya, Almanya'nın edebi dönemlerini ya hiç yaşamamış ya da daha geç ve farklı biçimlerde yaşamıştır. Örneğin, Almanya’nın klasik döneme geçtiği sırada, Avusturya’da yeni yeni Aydınlanma etkileri görülmeye başlanmıştır. Ancak romantik döneme gelindiğinde, özellikle tarihi roman türünün gelişmesiyle birlikte Avusturya'da milli kimliğin ilk izleri ortaya çıkmıştır.
1945 öncesi dönemin sonlarına doğru, Nazi Almanyası'nın Avusturya’yı ilhak etmesiyle, Almanca yazan Avusturyalı yazarlar Alman edebiyatı kapsamında değerlendirilmiştir. Bu yazarlar, sansüre uğramış, bazıları sürgüne gitmiş, ülkede matbaa eksikliği nedeniyle eserlerini yayımlamakta güçlük çekmişlerdir. Bu durum, Avusturya edebiyatını neredeyse görünmez hale getirmiştir.
Ancak II. Dünya Savaşı'nın ardından Avusturya, Almanya'dan ayrılarak 2. Avusturya Cumhuriyeti’ni kurmuş ve bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu bağımsızlık, edebiyata da yansımış; 1945 sonrası dönem, yalnızca yeni bir edebi başlangıç değil, aynı zamanda milli kimlik kazanımının da dönüm noktası olmuştur. Önceki dönemde dışa bağımlı olan edebiyat, bu dönemde bağımsız ve özgün bir yapı kazanmıştır.