Bab'Aziz Filminin Arketipsel Açıdan İncelenmesi
Bab'Aziz filmi arketipsel bilgiyle örülü bir çöl masalıdır. İçeriğini çözümlemek için bir de analitik psikoloji kavramları ile incelenebilir
Bazı filmler vardır, her izlediğinizde yeni bir detayı fark edersiniz. Hikâye sizi hiç sıkmaz, ne kadar tanıdık olursa olsun bir kez daha dinlemek istersiniz. Bu açıdan beni en çok etkileyen filmlerden biri de Bab'Aziz'dir. İlk izlediğimde fark etmediğim birçok detayı sonrakilerde fark ettim, ilkinde sadece hikâyenin büyüsüne ve çöl manzaralarına dalmıştım. Tekrar tekrar izledikçe filmin birden fazla hikâyeden çok belirli bir örüntüyü izlediğini, karakterlerden ziyade arketiplerden oluştuğunu fark ettim. Zaten sinemada arketiplerin çok derin bir yeri olduğunu da biliyordum ancak filmi hiç bu gözle izlememiştim. Bir kez de böyle ele almanın benim için de iyi olacağına karar verdim. Her zamanki gibi önce kavramsal açıklamalarla başlayacağım, daha sonra filmin içeriğinden bahsedecek ve ilişkileri yorumlayacağım. Ardından filmdeki ana karakterlerin ve olayların arketipsel karşılıklarına değineceğim.
Arketip kelimesi Türkçeye ilkörnek/ilkbiçim diye çevrilmektedir. TDK sözlüğünde "bir tür veya türler grubunun varsayılan atasal tipi" şeklinde açıklanmıştır. Jung'un analitik psikoloji kuramındaki karşılığıyla açıklayacak olursak, kolektif bilinçdışımızda bulunan ve tüm insanlıkta ortak olan ilksel semboller ve imgelerdir. Bu imgeler tarihsel süreçte farklı şekillerde tekrar tekrar görülmektedir ve kültürlerarasıdır. Bu sebeple, arketipsel bilginin bizde doğuştan var olduğunu, bilinçli davranışı önceden yönlendirdiğini ve şekillendirdiğini söyler. Yani bu arketipler bir varlık veya kavramla ilgili "asıl örüntüdür". Arketiplerin her biri kendi içerisinde tutarlıdır ve insanlıkta benzer duygular, düşünceler, davranış kalıpları oluşturur. Arketipler karşımıza bir olay (doğum, ölüm ve diriliş, yuvadan ayrılma, zıtlıkların birleşimi), bir figür (anne, bilge, kahraman, hükmeden, kaşif, hilekâr vs.), bir motif (kıyamet, yaratım, tufan vs.) gibi çeşitli biçimlerde çıkabilir.
Jung'un psişenin yapısında belirlediği dört temel arketip vardır: Kendilik, anima/animus, gölge, persona. Kişiliği açıklarken özellikle bu arketiplerle beraber figür olan arketipler, yaşanan olaylarda motif ve olay örüntüsü biçimindeki arketipler kullanılabilir. Aslında bu şekilde bakınca tek birinin kişiliğinin gelişiminden bile bir efsane, bir masal doğabilmektedir.
Arketipler sinema dünyasında da çok karşımıza çıkar. O kadar güçlü imgelerdir ki bunların tutarlı biçimde yer aldığı sahneler çoğunlukla bizi anlaşılmaz biçimde etkiler. Etkilemesinin sebebi ise kolektif bilinçdışında bulunan bilgiyle uyumlu olmasıdır. Çölde gerçeği arayan bilge örneğin oldukça uyumlu ve çarpıcı bir arketiptir. Bab'Aziz'de bu arketip en temelde yer alır.
Film bir çöl sahnesi ile başlar, kumlara gömülü olan Baba Aziz ve İştar çıkıp üstlerini temizlerler. Bu sahne çok net biçimde dirilişi simgeler. Diriliş arketipinin doğum arketipinden ayrım noktası, diriliş arketipinde kahramanların bir öncesinin olmasıdır. Doğum arketipi ise tamamen yeni bir başlangıçtır.
Baba Aziz, yaşlı bilge arketipidir. Gözleri görmez, bu dünyaya kapalıdır. İçsel dünyasından aldığı bilgi ile bu dünyada yol alır. Yaşlı bilge arketipinin özelliği deneyimlerin kendisinden değil, onların "kendisinin iç dünyasındaki yansımalarından" söz etmesidir. Ne yaşadığı değil, nasıl deneyimlediği çok önem taşımaktadır. Bu arketipi taşıyan insanlarda daha içe dönük bir tavır vardır, duygularını yoğun bir şekilde yaşar ve düşünceleri derinliklidir. Baba Aziz karakterinde olduğu gibi hayata bakışı kendi deneyimi üzerindendir, kendi anlamını bulmaya çalışır, fenomenolojik bakar. Bu arketipin olumsuz bir hali de olabilir, "deneyimden kaçış". Gelişkin halde olmadığında sosyallikten ve ilişki kurmaktan kaçan bir insan olarak karşımıza çıkabilir. Deneyimlerini izleyip anlamlandırabilmek yerine onlara kapılıp gidebilir, kendi dünyasında boğulabilir. Çıkış noktasını bulmak güç gelebilir ve anlamı yitirebilir. Onu bu çalkantılardan koruyacak olan ise tüm bu içsel hareketliliğe kapılıp gitmek değil, sakin bir biçimde iç dünyasında olan bitenin bütününü gözlemlemek, her deneyimde sarsılmak yerine neyin onu hangi yönden sarstığı üzerine odaklanmaktır. İçsel dünyasını keşfedebilmek için dış dünyanın deneyimlerine açılabilmelidir ki kendini farklı yönlerden tanısın. Bu açıdan bir umutsuzluğa düşmemesi için kaşif ve/veya masum ile güzel bir yoldaşlık kurar.
Baba Aziz'in torunu olarak aktarılan bu karakter ismini Orta Doğu aşk, savaş, dans ve doğurganlık tanrıçasından alır. Zaten film boyunca İştar'ı dans ederken, şarkı söylerken görürüz. Baba Aziz ile birlikte yolculuk yapar, tüm dervişlerin toplanacağı alanı bulmaya çalışırlar. Hayat doludur, Baba Aziz'den hikâyeler dinlemeyi çok sever. Masum arketipinin çoğu özelliğini canlı bir biçimde taşır. Zaten filmin ilk sahnesinde de çöl kumlarının arasından ilk çıkan ve Baba Aziz'i çıkaran da İştar, yani masum arketipidir. Bu arketipin amacı dünyada bir cenneti yaşamaktır; huzur, kendiliğindenlik, neşe... Mitolojide de aşk (Eros), ilk yaratılan ve diğer her şeyin yaratımında rol oynayan unsur olarak geçer. Masum arketipi, Baba Aziz'i yani yaşlı bilgeyi kumların arasından çıkararak onu bu dünyadaki deneyime çağırır. Fakat onun da yaşlı bilgeden öğreneceği bir şey vardır, ilerlemek. Masum arketipi çocuksu eğlenceyi sever fakat bilmeden yapacağı yanlış bir şey veya bir eksiklik yüzünden zarar vermekten, ceza almaktan korkar. Film boyunca da İştar'ın çok uzun süre ürkekliğini üzerinde görürüz. Bir yandan yeni bir şeyleri keşfetmek için adımlar atar, öte yandan ilerlemekten korkar ve hep eve dönmeyi düşünür. Yaşlı bilge ise onu yolda yürümeye cesaretlendirir. İlerleyen aşamada artık kendi özgürlüğünü keşfeden masum arketipi, aşığı cesaretlendiren bir güç haline dönüşür. Masum arketipi yüreği açıklığı, sözün ötesindeki bir iletişimi de simgeler. Örneğin filmde İştar, Baba Aziz ile Farsça ancak Zaid ile Arapça konuşmaktadır. Baba Aziz ile Zaid ise kendi dillerinde birbirleriyle konuşabilirler, ikisi de birbirinin dilini anlar ancak kendi dilinden cevap verir. Masum ise herkesin dilinden anlar, herkese kendi dilinde konuşabilir.
Aynı yönetmenin Çöl İşaretçileri isimli filminde İştar'a çok benzeyen başka bir karakter görürüz. Bu sefer karakter İştar kadar canlı ve konuşkan değildir. Fakat ana kahramana yolunu daima bir şekilde işaret eder.
Zaid, sevgilisini ararken umutsuzluğa düştükçe masum ona yolunu hatırlatır, "Şarkı söyle" çünkü Zaid'in bu dünyaya birlikte geldiği armağan şarkı söylemektir, kalbine giden yol budur. Bu yüzden aşık olduğu kişiyi ve toplantının yerini ancak şarkı söyleyerek bulabilir. İştar filmin bir noktasında hastalanır, onu Zaid, yani aşık bulur. Hastalandığında İştar'a şifa olan Zaid'in aşk yolculuğunu anlatmasıdır. İştar, Zaid hikâyesini bitirdiğinde iyileşerek gözlerini açar ve gülümseyerek sorar "Sen aşık mısın?"
Zaid en başta âşık arketipinin özelliklerini taşır. Sevgilisi Nour (Işık) ile bir şiir gecesinde söylediği şarkı ile tanışır. O gece söylediği şarkıyı gecenin sonunda Zaid'e de Nour söyler, Zaid'in yüzüne kendi şalını örter. Ardından gecenin sabahında saçlarını keser, Zaid'in kıyafetlerini giyer ve pasaportunu alıp sufi toplantısında babasını aramaya gider. Zaid'in şarkısı ona bunu anımsatmıştır. Bir anlamda aradığını bulmak için Zaid'e bürünür, yani âşığa. Âşık arketipi genellikle karşımıza güzel kokular, etkileyici bir ortam, lezzetli yiyecekler (özellikle meyve) ve içki ile beraber çıkar. Zaid'in hikâyesi de böyle başlar. Nour'a şarkı söylediğinde herkesin şiir okuduğu, önlerinde şarapların ve tepsilerde meyvelerin olduğu, etraflarında mumların yandığı bir ortamdır. Bu arketip karşımıza sadece birine aşk değil aynı zamanda bir şeye sevgi ile adanmışlıkla karşımıza çıkar. Anne arketipinden farklı olarak bu sevgi, beraberinde tutku da getirir. Bu arketipin yaşadığı zorluk ise bir başkasının varlığı olmadan kendini tanımlayabilmektir. Bütün dervişlerin kendi olma yolunda ilerlediği toplantıya bile o kendisini değil, kendisine bürünmüş Nour'u aramıştır. Nitekim Nour ona ait her şeyi alıp gittiğinde Zaid tam anlamıyla çırılçıplak kalmıştır. Fakat Nour'a yani ışığa ulaşması da şarkı söyleyerek onu bulmasıyla gerçekleşmiştir. Zaid şarkılarını bir başkasına değil, kendine ve bu dünyadaki varoluşa söylediğinde bu zorluğu aşmıştır.
Zaid, şiir meclisinde bilmeyerek Nour'un babasının yazdığı şiiri seslendirir. Bu Nour'u çok duygulandırır. Bir sufi olan babasını aramak için çöldeki toplanma yerini aramak üzere yola çıkar. Bu sırada Zaid'in kıyafetlerini ve pasaportunu da alıp gider. Bu belki mantıken size çok saçma bir şey gibi gelebilir, fakat arketipsel açıdan anlamlıdır çünkü Nour, Zaid'e bürünmüştür. Nour, kâşif arketipini yansıtır âşıkla beraber. Yeni deneyimlere açıktır, duyguları yoğundur. Ani bir kararla hareket eder ve geleceği akışa bırakır. Engellenmekten hoşlanmaz ki bu ihtimali bile yaratmayacak şekilde Zaid daha uyurken kalkıp niyet ettiği yola koyulmuştur. Geriye Zaid'e tüm saçlarını ve bir mektup bırakmıştır. Her keşif onun için bir diğerinin sebebidir, sürekli dönüşüm geçirebilir ve pek çok ortama uyum sağlayabilir. Fakat her kâşifin bir de gölgesi vardır, "amaçsız seyahat, dünyaya ait olmadan gezilen bir avarelik". Kâşifler ancak köklerini tüm dünyaya salabildiğinde güvenle yeryüzünde gezinirler. Fakat sürekli "hayalindeki yeri" arayan bir kâşifin bulduğu şey sürekli bir hayal kırıklığı, doyumsuz bir özlemdir. Bu noktada Nour, Zaid'in okuduğu şiirle önce babasını aramaya çıkar yani animusunu* şekillendiren ilk figürü. Fakat yolun sonunda neşeyle karşıladığı kişi yine Zaid olur, giderken bile umudu Zaid'in kendisini bulmasıdır. Zira kâşifler aslında keşfedilme arzusunu da taşır.
Nour, yolculuğu nihayete erdiğinde ve yeniden Zaid'e kavuştuğunda ilk andaki görüntüsünün tam tersidir. Gülümser, bembeyaz giyinmiştir, Zaid ile aynı şarkıyı söyleyerek aslında sevgilisini yanına çağırır. Burada bir anlamda kavuşum arketipini de bir motif olarak görürüz.
Filmin kalbindeki hikâye aslında şehzadeninkidir. Şehzade, çöldeki hiçbir suyu beğenmez, en tatlı suyu arar. Bir gün atının kendiliğinden çadırın kapısına geldiğini görür, ata binip ilerler ve karşısına bir ceylan çıkar. Ceylanı takip eder, çok uzun süre ortalıkta görünmez ve halkı onu aramaya çıkar. Bulduklarında ise şehzade çölde, kumların arasında çıkmış bir suyu dalgın ve bitap bir biçimde seyretmektedir. O kadar derin bakar ki gördüğünün kendi aksi değil ruhu olduğunu, ruhuyla temaşa eylediğini anlarlar. Önce subayları yanında olsa bile sonrasında herkes onu terk eder, sadece onu gözleyen derviş kalır, günlerce ve gecelerce... En sonunda halkı onu tamamen unutur, arada sırada peşinden gittiği ceylan onun ziyaretine gelir. Şehzade kendine geldiğinde yanında dervişin ona bıraktığı kıyafetleri ve asayı bulur. Yolculuğu başlar.
Şehzade, hükümdar arketipiyle hikâyesine başlar. Arzu ettiği ve kıymet verdiği tek şey güçtür. Kolay beğenmez, mükemmeli ister. Sözünü dinletebilir, doğuştan liderdir. Zaten bu dünyadaki zevklerini de kendine bir hak olarak görür. Fakat bir handikapı vardır, tebaasından kopukluk. Eğer hükümdar arketipi, hitap ettiği güruhtan kopuksa tüm kontrolü yitirmesi, kendini bir illüzyonun içerisinde bulması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Gerçeklerden değil, kendisine ne kadar iyi olduğu belirtilen yalanlardan yanadır. Sevilme ve saygı duyulmaya olan arzusu onu kör eder, bir süre sonra gerçek olanla sahteyi ayırt edemez. Filmde de bunu şehzade gittikten sonra onun yokluğunu fark etmeden dans etmeye devam eden çadır ehlinden anlarız. Şehzade'nin ancak atı gelip onun yokluğunun haberini verir. Şehzade'yi bulduklarındaysa tüm hükümlerden ve kontrolden azade bir şekilde, engelsiz akan bir suyu seyretmektedir. Vecd haline geçmiştir.
Hasan, derviş olan ikiz kardeşi Hüseyin'i ve kızıl dervişi aramaktadır. Zaid'in aksine çölde kıyafetlerinden olur. İkizini arar fakat ikizi kendisinin aynadaki aksi gibidir, hem tıpatıp kopyası hem de tüm hareketleriyle zıddı. Bu yola hiç ummadığı bir yerde başlar ve ummadığı şekilde bitirir. Çölde tamamen tükenmiş ve hatta kendini de kaybetmiştir. Fakat aslında niyeti bir yerde de nihayetine erer. Hasan, isyankâr arketipini simgeler başlangıçta. Kuralları tanımaz, yola çıkışı bile çölün ruhuna aykırı şekilde kendini bulmak değil ikizini bulmak ve kızıl dervişten intikam almak içindir. Yaşadıklarından ne hissettiği önemli değildir, sonuca odaklıdır ve var olan düzeni kabul etmez. Yapıcı değildir, yıkmayı hedefler fakat handikapı da budur, yıktığı şeyin yerine ne koyacağını bilememek. Bu noktada yaratıcı bir yöne, bir yoldaşa ihtiyaç vardır. Yaşadıklarını anlamlandırabilmesi için ona gereken yaşlı bilgedir. Ancak o zaman deneyimlerinden elde ettiği anlamı, kabul etmediğinin yerine koyabilecektir. En büyük isyan da kendine, kendi varoluşunadır. Bu yüzden kendi ruhunda devrim yapacak yolu arar, aslında kendine dayatılanlara isyan eder.
Filmde her sahne ve her karakter arketipsel bilgiyle örülmüş halde duruyor. Hepsini incelemek sanırım saatlerimi alır, bunu da yazmaktan ziyade konuşmayı isterim. Fakat bir giriş yapmak ve bu konuda en belirgin noktaları sunmak adına böyle bir yazıda da değinmek ihtiyacı hissettim.
Bab'Aziz, çöl üçlemesinin son ve belki en etkileyici filmidir. Diğer iki film olan Çöl İşaretçileri ve Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı da güzeldi, fakat Bab'Aziz kadar başarılı olduğunu söyleyemem. Gerek müziklerini yapan Levon Minassian'ın büyüleyici ezgileri, gerek her sahnesinin bir fotoğraf kadar titiz ele alınması açısından Bab'Aziz sinemada önemli bir yere sahip.
Kişiliğinizde belirgin bir iki arketipsel yapının yanında yaşam olayları eşliğinde gelişen bir süreç izleyebilir, farklı rollere bürünebilme yeteneğinizi geliştirebilirsiniz. Fakat bu roller size yabancı değildir, sizin zaten halizahazırda içinizde olan, keşfedilmeyi bekleyenlerdir. Arketiplerin bilgisi kolektif bilinçdışımızda bizi beklemektedir. Keşfettiğinizde kendinize, yaşadıklarınıza dair çok daha farklı anlamlar ve çok daha geniş çağrışımlar ortaya çıkabilir. Kim olduğunuz sorusunun en yalın cevabı sizde hangi arketiplerin hayat bulabildiği sorusuyla da ele alınabilir.
Kendinizi keşfettiğiniz bu yolda, size verilen hediyeyi anlayabilmeniz dileğiyle.
Bir sonraki yazıya kadar hoşçakalın.