Bir Erkeği 10 Günde Kaybetmenin Güncel Rehberi: Andie Anderson’dan 2025’e Uzanan Bir Yolculuk

Andie bir yazı yazmak istedi, ben de kendimi... Bu yazı hem kaybetmenin hem bulmanın günümüz versiyonu.

Andie Anderson ve Kendi Öğretilerimden Çıkardığım Günümüz Güncellemesiyle...

Yazıyı okurken dinlemenizi önerdiğim şarkı: Sixpence None the Richer- Kiss Me


Romantik komedinin üstadı olarak gördüğümüz How to Lose a Guy in 10 Days? (2003) son zamanlarda yeniden ortalığı kasıp kavuruyor. Peki bu film bir anda neden TikTok kuşağının bile gözdesi oldu? Neden 20 yıldır hâlâ izlediğimizde içimizde aynı heyecanı yaratıyor? Neden "birlikte absürt şeyler yapıp sonunda aşık olmak" fikri hâlâ bizi bu kadar cezbediyor?

Ben bu soruların peşine düştüm. Hem Andie Anderson’ın ilişki sabote etme tekniklerini inceledim, hem de 2025 versiyonunu kendi gözlemlerimden ve bir miktar da deneyimlerimden yola çıkarak güncelledim.

O filmi çok sevdik ama hadi dürüst olalım, 2003 kurallarıyla bu çağda kimseyi kaybedemezsin. 2025’in kendi yöntemleri var.

Günümüzde Birini 10 Günde Kaybetmek İçin Ne Yapmalı?

Bir erkeği 10 günde kaybetmenin en hızlı yolu, önce gerçekten ondan hoşlanmakla başlıyor. Sonrasında ise bu hoşlantını saklamak yok; tam tersine, ilgi gösterirken abartmaktan çekinme.

Mesajlarına anında dön, onu sürekli önemsediğini hissettir, iki günlük ilişkiye rağmen birlikte yapılacak Reels ve TikTok videoları planla. Onunla ilgili gelecek hayalleri kurmaktan, küçük tatil planları yapmaktan çekinme; “Seninle Kaş’ta gün batımını izlemek var ya…” gibi cümlelerle aranızdaki bağı güçlendirmeye çalış.

Ve tabii ki çevrendeki herkese ondan bahsetmeyi unutma; sanki bir “bağlanma alarmı” vermişsin gibi.

Tüm bunları üst üste yaptığında, işte birini 10 günde kaybetmek artık çocuk oyuncağı. Kontrol sende; kaybetme garantili.

Ama dur.

Günümüzde ilişki kalıplarında sıkça duyduğumuz taktiklere tamamen ters olan bu maddeleri uyguladığımızda belki gerçekten 10 günde birini kaybediyoruz.

Ama peki ya “taktiksel” davranıp, her şeyi kontrollü ve planlı ilerletmeye çalıştığımızda da aynı sonuca varmıyor muyuz?

Bu da bizi –en azından beni– şu sonuca götürüyor: Belki de aslında kaybettiğimiz bu insanlar, bizim için gerçekten doğru olan kişiler değildi.

Yani, ister bilinçli ister bilinçsiz olsun, sonunda onları kaybetmemizin sebebi… yanlış kişileri seçmemiz olabilir.

Hadi şimdi tekrar filme dönelim.

“Sadece bir yazıydı, değil mi?”

Her şey Andie’nin kariyerinde biraz daha yükselmek istemesiyle başladı. Yazı işleri masasında aldığı bir görevdi sadece: “Git, bir adamla çık ve 10 günde her şeyi mahvet.”

Kulağa eğlenceli geliyordu. Kontrol ondaydı. Plan belliydi. Sonuç öngörülebilirdi.

Ama işler hiçbir zaman o kadar steril ilerlemiyor.

Çünkü bir noktada yazı bitiyor, hikâye başlıyor.

Ve plan dediğin şey, duygularla karşılaştığında genelde ilk pes eden oluyor.

Andie kaybetmek isterken, aslında buldu.

Ama bir adamı değil.

Kendini.

Yeniden.

Daha filtresiz, daha çıplak haliyle.

Ve belki de en çok o hâlini seviyordu zaten.

İşte ben de galiba bu yüzden kendimi Andie’ye bu kadar yakın hissediyorum.

Ne kadar içimden gelenle hareket ediyorum sansam da, bir noktada mantığım hep duygularımın önüne geçiyor.

O kontrol… elimde olduğu sürece kendimi güvende hissediyorum.

Ve evet, bazen o kontrolü kaybetmemek için birini on günden daha kısa sürede kaybettiğim oldu.

Bilinçli ya da değil.

Ama fark ettim ki, o kontrol dediğim şey çoğu zaman kalbimden değil, kafamdan çıkıyordu.

Ve ne zaman bir his gelmeye başlasa, içimden bir ses hemen "dikkatli ol" diyordu.

Belki de mesele zaten bu: Her şeyi planlamaya çalışmaktan vazgeçtiğimizde başlıyor hikâye.

Bazen bilmek değil, bilmemek gerekiyor.

Çünkü bazı duygular, sadece kontrolü bıraktığında çıkıyor ortaya.

Ve bazı insanlar… sadece planın yokken seni gerçekten buluyor.