Biz Neredeysek Hayat Oradır

Durmayan tek şey zaman. Siz dursanız bile o asla durmaz. O durmamışken, sürekli ilerlerken, siz nasıl sabit kalırsınız peki?

TDK "zaman"ı "bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre; hengâm, vakit" olarak tanımlar. Peki biz onu sadece bu çerçevede mi algılıyoruz?

Kimimiz ilerlerken kimimiz duruyor. Kimimiz için yavaş, kimimiz için hızlı ilerliyor. Kimimiz için doğrusal, kimimiz içinse döngüsel. Öyle ki kimimiz önümüze, geleceğimize bakarken geride kalanlarımız arkamıza, geçmişimize bakıyoruz. Geçmişe bakarken yaşadıklarımıza bakıyoruz. Gülüyoruz, ağlıyoruz, düşünüyoruz ama en önemlisi geçmişe bakarken yaşamadıklarımıza, yaşayamadıklarımıza bakıyoruz. Derin içler geçiriyoruz, yaşanmayanları yaşamaya hakkımız olup olmadığını sorguluyoruz. Ancak yaşanmayanların bazılarının son kullanma tarihi çoktan geçmiş oluyor. Bazı şeyleri zamanında yaşamış olmaktan başka çaremizin olmadığını görüyoruz. Nitekim, lise aşkı yaşamak istiyorsak bunu lisedeyken yaşamamız gerekirdi. Çünkü artık liseli olamayız. Çoçukluğumuza dönmek isteriz bazen. Doyasıya şımarmak, sorgulanmadan ağlamak, ufacık şeylere kıkırdamak ya da kahkahayı basmak isteriz ama artık çok geç. Tekrar çocuk olamayız. Geriye dönemeyiz, ancak geriye bakakalırız. Adımlarımız ileriye giderken, biz arkamıza bakarız. Bu da bizlerin ayağına sürekli çelme takar. Sürekli tökezleriz hatta ara verme ihtiyacı duyarız. Sonra gözümüzde herkesten geri kaldığımıza dair bir illüzyon oluşmaya başlar. Biz arkamıza bakarken herkes koşar adımlarla ilerlemiştir sanki. Bizim yaşamak istediğimiz şeyleri bir bakmışız diğerleri birer birer yaşamaya başlamış...

Disney's Peter Pan

Bizim suçumuz ne bu durumda? Yüreğimizi kaplayan bu ağır nostalji hissi mi? Yoksa zamanında yaşayamadığımız şeyleri yaşamadığımızdan ilerisi için yaşamaya hakkımız olmadığına kendimizi inandırmamız mı? Hayır, meraklanmayın. Suçlu biz değiliz. Bir suçlu yok aslında. Çoğu durumda hayatımızın basamak basamak ilerlemesi gerektiğine inandırıldık sadece. Eğer bir basamağı kaçırdıysak tüm hayattan diskalifiye olacakmışız gibi bir inançla hayatımıza devam ettik. Oysa hayat bir merdiven değil. Hayat bir yol. Mutlaka inişleri ve çıkışları olan bir yol. Kimimize göre karmaşık, engebeli bir yol. Kimizime göre ise taze yapılmış, pürüzsüz, asfalt bir yol. Bu birimizi diğerimize göre daha az değerli, geride kalmış ya da faydasız yapmıyor. Çünkü hepimizin kesinlikle idrak etmesi gereken bir şey var ki, bu da hepimizin farklı yollara sahip olduğudur. İnsanlarla aynı şeyleri hedefleyebiliriz ancak o hedefe varmak için yürüdüğümüz yollar mutlaka farklı olacaktır. Dünyada ne kadar insan varsa o kadar farklı da yol vardır.

Geride bıraktıklarımızı, yaşanmışlıklarımızı ve yaşanmamışlıklarımızı çoğu zaman geri alamayız. Çünkü, evet, süreleri doldu. Ama hayatı kaçırmak diye bir şey yoktur. Biz neredeysek hayat oradadır. Bizim yolumuza ait olmayan vasıtaların peşinden koşmayı bırakalım artık. Sabit kaldığımız illüzyonundan kurtulalım. Ne kadar hızlı ya da yavaş oluşumuz mühim değil, hangi vasıtaları kullandığımız mühim değil... İleri, ileridir.

Artwork by Sarah Nilson @justfrogetaboutit