Akşam Sefası Hayalleri: Bir Kısa Hikaye
Bir akşam sefası sohbeti
Günlerden bir nisan akşamıydı. Ayın ortalarına doğru Ankara artık sinir bozan soğuklarından kurtulmuştu. Merkezden uzak bir semtte, aileleriyle yaşayan hevesli birkaç genç ve abileri, böyle günlerde buldukları her akşam bir parkta semaver yakar, günlerinden, hayallerinden ve gündemden konuşurlardı. Güneş batalı bir saat olmuştu, parkın kenarında duran çardakta bir genç, yirmilerinin ortasında, kimseyi rahatsız etmeden semaver odunlarını küçültmeye çalışıyordu. Biraz sonra hemen yanlarına beyaz bir Renault 19 yanaştı. Yaşlı araba, çığıran frenler eşliğinde ağır ağır durdu ve motoru artık emekliye ayrılmanın ümidiyle bir kez daha stop etti. Arka koltuktan üç erkek sıkış tepiş, birbirlerine ciddiyetsizce küfredip şakalaşarak indiler.
Şoför ve yanındaki, inip bagajdan malzemeleri alıp gelirlerken diğer üçü çoktan tokalaşma faslını geçmişlerdi. Birbirlerine hâl hatır sorarken ateş yakıldı, parkın hemen yanındaki camiden iki bidon su dolduruldu. Birisi abur cubur paketlerini açarken kablosuz hoparlörün kalitesiz açılma sesi ve birinin telefonuna bağlanma sesi duyuldu. Aralarında hepsinden büyük bir abileri vardı, daha yeni bir sigara yakmıştı, gözlerini kısıp telefonun sahibi kıvırcık saçlıya seslendi. Halime Kız açmasını istedi. Buna itirazı olan ya da burun kıvıran kimse olmadı, zaman geçtikçe istekler değişecek, ya da telefona elini kim atarsa o istediğini çalacaktı.
Biraz sonra su kaynadı ve çay demlendi, aralarında en küçüğün kim olduğu her zamanki gibi yine sorgulandı ve çay koyma görevi ona verildi. Her zamanki huzurlu akşam artık resmen başlamıştı. Önce hatırı sayılır bir süre futboldan bahsedildi, farklı takımlar birbirlerine sallayıp giydirdiler. Futbol ile ilgilenmeyen, ilgisiz bir diğerine arabalardan bahsetmeye başladı ve bir anlığına herkesin odak noktası bu oldu. Devamında kısa bir sessizlik, tazelenen çayın lıkırdayışının sakinleştirici sesi duyuldu. Birisi sessizliği bozmak için eskilerden bir anıyı canlandırdı, unutulanlar hatırlandı ve bunlara gülündü. Bir film, bir bilgisayar oyunu derken saatler geçti, müzik değişti ve konuşulacak konular tükendi. Şimdi iki kişi kendi arasında konuşuyor, diğerleri de sohbeti dönecek bir konu için telefonlarında bir haber arıyorlardı.
Böyle durumlarda genellikle ortamı şenlendiren şey uydurma bir hayalin planlarını yapmak olurdu. Bu bazen toplanıp kamp yapmanın ve yaşanabileceklerin ihtimallerini konuşmak olurdu, bazen de hep birlikte uzaklarda bir ülkeye kaçıp sıfırdan hayat kurma planları. Konuşmaya değer başka bir şey çıkmayınca birisinin hayal gücünün, artık ortamı aydınlatma zamanı gelmişti. “Abi, bakın ne diyeceğim,” diye söze başladı en küçük olan. Anektod’un sesi kısıldı o sırada. Kaşlarını kaldırıp ona işaret etti aralarında en büyük olan, ortalarına geldiği sigarasının dumanıyla gözleri hâlâ kısıktı. Herkesin sıkılmasındansa birini dinlemek daha yararlı olurdu diye düşünmüş olmalıydı. “Bugün aklıma bir şey geldi,” diye devam etti. “Bu Eryaman’da adamakıllı bir tane bar yok.
Öyle bir iş yapacağız ki, bizim Kızılay, Bahçeli’ye gittiğimiz gibi, insanlar çıkıp çıkıp Eryaman’a gelecekler.” “Eski belediye başkanı yasakladı oğlum,” dedi hemen yanındaki, konuyla ilgilendiğini göstermek istemişti ki öyle bir bilgi salmıştı ortaya. “Bar var ki Eryaman’da. Hepsi züppe mekânı, 50’lik fıçıya 200 lira çekiyorlar, ortam da bok gibi” diye yanıtladı kıvırcık saçlı, çardağın karanlık tarafında oturuyordu ve ten renginden kaynaklı olacak ki kapkaranlık görünüyordu.
“Ya, boş verin şimdi,” dedi fikrin sahibi ve devam etti. “Müziğin ön planda olduğu bir mekân açacağız. Biz öyle her boktan barda çalan, popüler, alkol ile, sohbet ile alakası olmayan şarkılardan çalmayacağız. Harika bir seçmece ve harika bir dinamik yarattım kafamda.” “Bir de rock bar açarsan Eryaman’da adım atmazlar o mekâna” dedi yanındaki üç numara, oldukça itici bir yazlık mont giyiyordu. “Rock bar değil, sadece rock değil yani. Mekânın temasını bir çemberin içinde tutacağız, o çemberde biz ne seviyorsak o olacak. Zaten bambaşka şeyler dinliyoruz ve birbirimizin sevdiği şeyler neredeyse ortak. Hemen burada müzik işini ayarlayabiliriz hatta,” dedi ve tekrar yanındakine baktı. Dudağını bükmüş, yorumsuzdu. Sigarasını söndürdükten sonra kısık gözlerini açıp yaslandığı yerde kıpırdandı aralarında en büyük olan. Otuzlarına dayanmıştı artık. İnce telli uzun saçları ve kirli sakalıyla ruhu solmuş gibiydi ya da geçmişinde, iz bırakan birçok hastalık atlatmıştı. Yine de huzurlu görünüyordu. Soğuyan çayından bir yudum aldı, “Ankara havası istesem çalacak mısın yani?” diye sordu. “Abi yani,” diye cevapladı hemen. “Belirli bir tarzımız olacak tabii ki ama öyle olur mu bilmem. Nasılını anlatacağım birazdan.” “Ben kaşık dinlemek isteyeceğim belki.” “Abi öyleyse pavyona gideceksin. Çözeriz o meseleyi herhalde.” “Ee, anlat bakalım nasılını.” Uzun süredir tıraş etmediği seyrek bıyıkları ve yavaş yavaş suratını kaplayan sakallarının arkasından çocukça gülümsedi fikir sahibi. Hakimiyet ondaydı artık ve çok düşünmediği hayallerini masaya dökecekti.
“Birisi mekâna girdiğinde çoğunlukla dört kişilik masalardan oluşan bir düzen görecek. Üç tane masanın olduğu bir kenarda, duvara benzer müzik gruplarının veya sanatçıların posterleri asılacak ve mekâna uğrayan gönlüne hoş gelen duvar kenarında bir masaya oturacak. Tabii bu sadece duvar kenarı olmak zorunda değil, iki kişilik masalar hangi duvara yakınsa oraya oturan müşteri de kendini o sanatçıya yakın hissetmiş olacak. Böylece üç beş masanın oluşturduğu, artık mekân ne kadar geniş olursa, türlere göre bölgeler oluşturacağız. Çalışanlar da bunu takip edecek. Mesela, bir noktada alternatif rock müzikten isimler olacak. Redd olur, Mor ve Ötesi olur, ne bileyim, Dolu Kadehi Ters Tut falan olur. Bunu takip eden personel gidecek çalma listesine o sanatçıdan parçalar ekleyecek. Mantık basit ama çeşitlilik olmazsa sıkıcı olur diye düşünüyorum.” Bu sırada birisi, müzik çalan telefona uzanıp sesi biraz açtı. Köprüaltı Kemancı’nın sözleri duyulur hale geldi.
“İşte her hafta da sanatçıları değiştiririz. Rap köşesinde bir gün Sago varsa diğer gün Kayra çalar, bir an gelir Sago ve Ceza aynı anda çalar ve böyle gider ama türlerimiz sabit olacak ki kitlemiz belli olsun. Şahsen ben parlak montlu, kafasındaki saçın yarısını kazıtmış gürültücü tipleri mekânımda istemem. Duruşumuz belli olacak yani.” Sözleri bittikten sonra etrafına bir göz gezdirdi, yedi çift göze tek tek bakıp fikirlerine devam niteliğinde bir cevap bekliyordu. Yirmilerinin ortasındaki abileri, hatırı sayılır bir süre bıraktığı bıyıklarının arkasından, “Millet sohbet etmek için gidiyor içmeye, sade müzikle olur mu?” diye sordu. Hemen karşısında oturan üç numara, “Hah! aynen abi,” diye yanıtladı. “Madem müziğe göre oturacak insanlar, aynı şekilde ilgi alanlarına göre de oturmalılar haksız mıyım?” “Yani,” diye devam etti fikir sahibi, buna özel bir tasarım gelmemişti aklına. “Haklısın ama kim bugün bunu konuşacağız diye buluşuyor ki yakınlarıyla?” Derken üç numaranın yanındaki kıvırcık saçlı, kirli sakallı arkadaş, “Bunu en iyi nasıl yaparsın. Masaların üstüne belirli temalarda konuların olduğu haberler ya da bilgiler koyarsın. Ne bileyim, mesela Mourinho hakkında bir yazı olur, onun getirdiği etkiyle müşterilerin aklına sohbet malzemesi olacak bir şeyler gelir. İstediğimizin çıktısını alırız, masanın üstüne koyarız, kâğıtların üstüne de cam koyarız olur biter.”
Böylece bu akşamın hayali belli oldu. Herkes kendi düşüncesini önlerindeki masada bir bar inşa etmek için kullanmaya başladı. Birkaç güne unutup yerine başka işler kurdukları masaya güzel bir huzur hâkimdi şimdi. Kimse kimsenin ne istediğine karışmıyor, herkesin fikri masada canlanıyordu. Önce canlı müzik eklendi, sonra sadece o mekân için çalan ve söyleyen bir grup kurdular. Birisi davul çalmayı öğrenecekti, bir diğeri üflemeli çalacaktı. Derken barın arkasına bir garaj koydular, burada insanlar arabaları ve motosikletleriyle buluşup biralarını yudumlayacaklardı. Sonra mekânın bir köşesine resim atölyesi kurdular, bir gün karikatüristler, başka bir gün de ressamlar buluşacaktı. O resim köşesine bir de grafiti duvarı yaptılar bir anda. Yazarları da ihmal etmediler tabii. Bir yer vardı ki o mekânda, bütün gürültüden uzaktı ve orada yazarlar ve şairler oturup kurşun kalemler bitirdiler. Heykeltıraşlar da mesken tuttu mekânı, yaptıkları eserlerle seçmelere katılıp, mekânın dekorasyonunda yardımcı oldular.
Bütün sanat dalları, bütün mühendislikler, edebiyat, felsefe... dünya üzerinde ne kadar ilgi alanı varsa bu barda büyüyüp değer görüyordu. Derken birinin telefonu çaldı, cevap vermek için çardaktan kalkması gerekti. O kalkarken diğerinin telefonuna, o an için önemli olan bir mesaj geldi. Yanıtlamak için arkasına yaslandı, bir diğeri sigara yakıp ayağa kalktı. Saat geç oluyordu. Semaverin sahibi demliği boşaltıp, semaverin içindeki külleri döktü. Bunlar olurken masanın üstünde bütün ışıltısıyla duran kusursuz bar yavaş yavaş yıkılmaya başladı ve yerini çekirdek kabukları ve boş cips paketlerine bıraktı.
Artık herkesin, fikir sahibinin bile bu mekâna harcayacak bir kuruş hayali kalmamıştı. Çöpler temizlendi, son sigaralar içildi, ayaküstü son sohbetler ediliyordu şimdi. “Abi, sen niye sessizdin bugün?” diye sordu en küçük olan. Arabadan indiklerinden bu yana aralarında hiç konuşmamış, uzun boylu, uzun suratlı, pörtlek gözlü arkadaşına. “Ne? Ha, bir şey yok ya. Bugün çok yoruldum boya yaparken,” diye yanıtladı. Aralarında bir okul bitirmeyen ya da hâlihazırda okumayan tek kişi oydu. Babası ile evlere boyaya gidiyordu o. Bıkkın ve bunalmış olduğu her hâlinden belliydi ve hayal dünyasını duvar boyalarıyla kapattığı pek barizdi. Saat gece 12’yi geçmişti artık. Sigaralar bitti ve vedalar edildi.
Evlere bırakılmak üzere herkes eski Renault’a doluşurken, civarda oturan abileri semaveri ve arta kalan odunları yüklenip evine yürümeye koyuldu. İlk olarak fikir sahibi arkadaş evine bırakılırdı, parka en yakın o otururdu. Boyacı arkadaş şoförlük yapıyordu. Apartmana yaklaşıp ağır ağır sağa çektikten sonra, “Senin şu bar işini bi’ ara yine konuşalım,” dedi sırıtarak. “Olur abi,” diye yanıtladı fikir sahibi gülerek. Söylenen sözün üzerine hiç düşünmeden ve akşamın da getirdiği yorgunlukla, “Hadi teşekkür ettim. Dikkat edin, iyi geceler” dedi ve arabadan indi.