Charlie Chaplin: Sessizliği Bozduğu İlk An
Usta sanatçı Charlie Chaplin, konuşmadan binlerce şey anlatmayı başarmıştı. İlk konuştuğundaysa sesini umut için yükseltti.
Charlie Chaplin
Tam adıyla Charles Spencer Chaplin, 16 Nisan 1889’da Londra’da doğdu. Yoksulluk içinde bir çocukluk geçirdi, ama sanat her zaman yanındaydı. Annesi bir sahne sanatçısı, babası bir müzisyendi. Babasının alkol bağımlılığı ve annesinin bozulan sağlığı nedeniyle kendini yetimhanelerde ve iş evlerinde buldu. Tüm bu zorluklar, sinema hayatını derinden etkileyecek ve onu yoksulluk, adaletsizlik ve umut temalarına yöneltecekti.
Mizahla toplumsal mesajları harmanlamak istiyor; hikâyeyi kendi istediği şekilde anlatma arzusunu taşıyordu. Komedi skeçleri ve pantomimle başladığı bu serüven, onu gelmiş geçmiş en etkili figürlerden birine dönüştürecekti.
Üne Uzanan Filmleri
Usta sanatçı, kendisini ünlü Fransız komedyen Max Linder’in öğrencisi olarak tanımlıyordu. Chaplin’in ilk sinema deneyimi, 1914 tarihli Making a Living filmiyle başladı. Ama asıl ününü 1915 yapımı The Tramp (Serseri) ile kazandı. Daha sonra The Kid (1921) filmiyle sinemanın ilk “dramedi” (drama-komedi) örneklerinden birini yarattı. City Lights (1931) ile zirveye ulaştı. Modern Times ise Sanayi Devrimi’ni ele alarak kapitalizmi eleştirecek, adından sıkça söz ettirecekti.
Bu filmden sonra İngiltere halkı için o, “Kamuoyunu anlayan, kamuoyu için konuşan” bir sanatçı hâline geldi. Bu durumu 15 Ekim 1940’ta adeta tescilleyecekti.
15 Ekim 1940: The Great Dictator
Chaplin, ilk sesli filmini umut için çekti. Sesini çıkaramayanlar adına konuştu. Filminin sonundaki konuşma, birçok açıdan tarihe geçti.
1940 yılı, İkinci Dünya Savaşı'nın ortasıydı. Almanya'da Hitler, İtalya’da Mussolini vardı. Faşizm yükselişteydi, ülkeler işgal ediliyor, ırkçı politikalar yayılıyordu. Chaplin, sinemanın sessiz kalamayacağına inanıyordu: The Great Dictator (Büyük Diktatör) ile konuşmayı tercih etti. Bu, onun ilk sesli filmiydi. Hitler’i alaycı bir dille taklit ettiği bu film, diktatörleri açıkça eleştiriyordu.
Cesur bir adımdı; çünkü o dönemde Amerika henüz Almanya ile savaş halinde bile değildi. Chaplin, bu riski şöyle ifade etti:
“Bu filmi yaparken bana ‘politikaya bulaşma’ dediler. Ama ben insanlığa bulaştım.”
Filmin sonundaki ünlü konuşma, senaryo ile Chaplin’in içsel duygularının birleşimiydi. Sinema tarihinin en güçlü ve anlamlı monologlarından biri hâline geldi:
“Kusura bakmayın ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseye hükmetmek, veya kimseyi yenmek istemiyorum. Elimden gelse, herkese yardım etmek isterim: Yahudi, dinsiz, kara tenli, beyaz tenli... Hepimiz birbirimize yardım etmek isteriz. İnsanlar böyledir…
Birbirimizin sefaletinin değil, mutluluğunun gölgesinde yaşamak isteriz. Ne nefret etmek ne de hor görmek isteriz birbirimizi. Bu dünyada herkese yer var. Bu dünya ana herkesi doyurabilecek kadar bereketli. İstesek, yaşam güzellik ve özgürlükle dolu olabilir, ama bizler yolumuzu kaybettik. Açgözlülük insanların ruhunu zehirledi, aramıza nefret duvarları ördü, bizi sefalete ve kan dökmeye sürükledi. Dünya hızlandıkça bizler yükselen duvarların arkasına saklandık. Bolluk vaat eden makineler bizi doyumsuzluğa itti. Bunca bilgi içimizde art niyet ile fesat, bunca zekâ ise katılık ve merhametsizlik doğurdu. Çok düşünür ama az hisseder olduk. Makinelerden çok insanlığa ihtiyacımız var, zekâdan ziyade merhamet ve şefkate. Bu değerler olmaksızın yaşamımız şiddete bürünür, biz de pusulamızı şaşırırız.
Uçakla radyonun icadı bizi birbirimize yaklaştırdı. Bu gibi buluşların özünde, insanın iyiliğine, evrensel kardeşliğine ve birlikteliğine dair bir haykırış vardır. Şu anda bile sesim milyonlara ulaşıyor - masum insanları hapse atan ve işkence eden bir sistemin kurbanlarına, milyonlarca umutsuz erkek, kadın ve küçücük çocuklara sesleniyorum; beni duyabilen herkese sesleniyorum: Umutsuzluğa kapılmayın.
Üzerimize çöken bu felaket, insanoğlunun gelişmesinden korkan, katı yürekli ve açgözlü yöneticiler devrinin bitmek üzere olduğuna işarettir. İnsanoğlunun nefreti geçer, diktatörler ölür... Ve halktan gasp ettikleri güç halka geri dönecektir. Ve ölüm varoldukça, özgürlük asla yok olmayacaktır.
Askerler! Bu zalimlere teslim olmayın, sizi hor gören, eğiten, besleyen, köleleştiren, hayatınızı yöneten, ne yapacağınızı, ne düşüneceğinizi, ne hissedeceğinizi söyleyen, size sürü muamelesi yapan bu zalimlere teslim olmayın.
Teslim olmayın sizi kendi savaşlarına alet eden bu hasta ruhlu adamlara. Bu robot kalpli, robot kafalı, robot adamlara teslim olmayın. Sizler robot değilsiniz. Sizler sürü değilsiniz. İnsansınız. Yüreklerinizde insanlık sevgisi var. Nefret etmeyin -sadece sevilmeyenler nefret eder. Sevilmeyenler ve hasta ruhlular.
Askerler! Kölelik için değil, özgürlük için savaşın. Aziz Lukas İncilinin 17. bölümünde, Tanrı insanın gönlündedir, der -ne tek bir adamın, ne de birkaç adamın gönlündedir Tanrı, O bütün insanların gönlündedir. Herbirinizin içindedir.
Ey halk, güç sizde - makineleri icat etme gücü de sizde, mutluluğu yaratma gücü de. Ey insanlar, hayatı özgür ve güzel kılma gücü de, onu müthiş bir serüvene dönüştürme gücü de ellerinizdedir. Öyleyse demokrasi adına, bu gücü kullanalım - birleşelim. Yeni bir dünya için savaş verelim – düzgün bir dünya, insanlara çalışma olanağı, gençlere gelecek, yaşlılara da güvence veren bir dünya için.
Zalimler de bunları vaat ederek başa geldiler. Ama onlar yalan söyler. Sözlerini tutmazlar. Hiçbir zaman da tutmayacaklar. Diktatörler kendilerini özgürleştirirlerken insanları köleleştirirler. Şimdi bu dünyayı özgürleştirmek için mücadele edelim – ulusal sınırlardan, açgözlülükten, nefretten ve hoşgörüsüzlükten kurtulalım – Sağduyulu bir dünya için, bilim ve gelişmenin herkesi mutlu kılacağı bir dünya için mücadele edelim. Ey, askerler, demokrasi adına birleşelim!
Zamanı Aşan Bir Mesaj
Charlie Chaplin’in bu unutulmaz monoloğu, günümüzde de evrenselliğini korumakta ve bir umut ışığı olmaya devam etmektedir. Ünlü monolog sahnesini buradan izleyebilirsiniz.