Demokratik Zorbalık Üzerine: Tocqueville’i Okurken...

Toplumun mutlak iradesini koymak, özgürlüğü değil itaati getirir.

Bazı kitaplar seni sadece düşündürmez; kendini, çağı, ilişki kurduğun tüm yapıları sorgulatır. Alexis de Tocqueville’in Demokratik Zorbalık (Demokrasi Üzerine kitabının bir bölümünden oluşan kısa klasik haliyle) kitabı benim için tam da öyle bir kitap oldu.

Okudukça kafamda şu soru döndü durdu: “Demokrasi gerçekten halkın egemenliği mi, yoksa çoğunluğun tahakkümü mü?”


Tocqueville, 19. yüzyılda Amerika’yı gözlemlemek üzere yola çıkan bir Fransız düşünür. Demokrasiyle monarşi arasındaki farkları incelerken, özgürlüklerin nasıl bastırılabileceğini, bir demokrasi içinde de keşfediyor.

Ona göre demokrasi, çoğunluğun iradesiyle yönetilen bir sistemdir. Ancak bu çoğunluk, farklı düşünenleri susturmaya başlarsa “demokratik bir zorbalık” ortaya çıkar. Yani iktidarın merkezinde halk olsa da, çoğulculuk değil çoğunlukçuluk baskın hale gelir.

“Çoğunluk egemenliği sınırsız bir şekilde büyürse, bireylerin vicdanı, düşüncesi ve farklılığı tehlikeye girer.” diyor Tocqueville.


Benim gözümden bugünle temasları:

Bu satırları okurken sosyal medyada linç kültürünü düşündüm. Demokratik sandığımız platformlarda, bir “çoğunluk” sesi yükseldiğinde herkes hizaya giriyor. Sessiz kalan, ya da farklı düşünen hemen dışlanıyor. Bu bana kitabın içindeki şu satırı hatırlattı: “Amerikalılar, düşünce özgürlüğünden söz eder ama çoğunluğun dışında kalan fikirleri susturma konusunda çok isteklidir.”

Sadece yönetim değil, toplumun kendi içinde kurduğu o ahlaki otorite de bazen en büyük baskı aracına dönüşebiliyor. En çok etkilendiğim alıntılardan biri de: “Bireyin gücünü kırıp yerine toplumun mutlak iradesini koymak, özgürlüğü değil itaati getirir.”

Tocqueville bu cümleyi yazarken ne kadar haklıydı bilmiyorum ama şu an okuduğumda tüylerim diken diken oldu.

Demokrasi bir rejim değil, bir kültürmüş. O kültürün içinde birey varsa, ifade özgürlüğü varsa, farklılıklara alan tanınıyorsa anlamlı. Yoksa sadece sandıkla sınırlı kalan bir düzenin içinde “çoğunluğun zorbalığı” kaçınılmaz oluyor.

Bu kitabı okurken şunu anladım:

Özgür olmak, önce düşünsel olarak ayakta kalabilmekmiş ve bazen en güçlü duruş, çoğunluğa rağmen ses çıkarabilmekmiş.