Divan-ı Lügat’it Türk’ün Folklorik Açıdan İncelemesi

Sözlükte geçen birtakım anlatıları halkbilimi unsurları çevresinde değerlendirerek açıkladım...

Türk halk şiirinin bize kadar gelebilen en eski örnekleri Kaşgarlı Mahmud’un 1072-1074 yılları arasında yazmış olduğu Divan-ı Lügat’it Türk adlı ünlü Türkçe-Arapça sözlüğüdür. Burada bulunan manzum parçalar, daha uzun manzumelerden seçilmiş dörtlük ve beyitlerdir.(1) Talat Tekin’in sözlüğü incelemeye başlamadan önce girişte kısaca ele aldığı bu tanımla Divan-ı Lügat’it Türk’ün dilsel, tarihsel ve kültürel öğeleri içinde barındırıyor olmasından son derece zengin bir kaynak olduğu söylenebilir. Halk edebiyatına dair birçok farklı motifi, gelenek ve görenekleri, inanca ait izleri kitapta görmek mümkündür.

Türk dilinin ilk sözlüğü olarak kabul edilen Divan-ı Lügat’it Türk çeşitli Türk boylarından derlenmiş, dolayısıyla da içinde farklı ağız özellikleri barındıran bir eserdir. Buradan hareketle kitabın yalnızca bir sözlük değeri taşımadığı, aynı zamanda bir gramer kitabı niteliğinde de olduğu söylenebilir. Bu yönüyle, Türkçenin 11. yüzyıldaki dil özelliklerine, ses ve yapı bilgisine ışık tutmaktadır. Ayrıca, boylardan ve bulundukları bölgelerden yola çıkılarak dönemin tarihine, yer aldıkları coğrafyaya ve yaşam tarzlarına ışık tutması dolayısıyla değerli bir kaynaktır; böylece ansiklopedik bir özellik taşıdığı da söylenebilir.

Yaptığım bu araştırmada da yukarıda ele aldığım özellikler doğrultusunda sözlük içinde geçen Alp Er Tonga sagusu, Budist Uygurlara Karşı Savaş ve Bir Zafer Şiiri adlı metinlerden hareket ederek ve Ahmet B. Ercilasun’un Türk Dili Tarihi kitabında yer alan bir “bahar tasviri”ne değinerek sözlükten ulaşılabilecek dönem özelliklerini inceledim. Bu unsurların Türk edebiyatı alanında nasıl bir öneme sahip olduklarını belirttim. Her bir anlatıyı da metinlerin başlıkları altında ele aldım.

Alp Er Tonga Destanı

Bu destanda Saka hakanı olarak geçen Alp Er Tonga’nın İranlılarla yaptığı savaşlar anlatılmaktadır. Bu konudaki bilgilerin büyük bir çoğunluğuna Firdevsi’nin Şehname adlı eserinden ulaşılabilmektedir. Kutadgu Bilig’de de bu kahramana ait beyitler bulunsa da biz, Divan-ı Lügat’it Türk yapıtında yer alan sagu üzerinden kahramanın kim olduğuna değinip edebi anlamdaki önemini açıklayacağız.

Bu kahraman, Kaşgarlı Mahmud’a göre İran destanı Şehname’deki efsanevi Turan hükümdarı Efrasiyab’dır. Kaynaklara göre, Alp Er Tonga’nın hayatı uzun süreli savaşlarla geçmiş; İran şahı Keyhüsrev tarafından bir davette öldürülmüştür. Bu destanın tamamı günümüze ulaşamamış, yalnızca bu son kısım olduğu düşünülen bölüm elimize geçmiştir.

Alp Er Tonga sagusu, belki de edebiyatımızın en eski parçasıdır ve en eski ağıt olma özelliğini taşımaktadır. “Alp Er Tonga öldi-mü?” şeklinde başlayan ağıt, halkın Alp Er Tonga’nın ölmesinden duydukları üzüntüyü anlatmaktadır. Yiğidin kendisine bir tuzak kurulması sonucunda vefat ettiğin de değinilmektedir. Yer yer rastlanılan “felek” sözcüğüne yapılan yakınmalarla feleğin gücünün ötesine geçilemeyeceği de belirtilir. Buradan hareketle “Atsa ajun ugrap ok/ Taglar başı kertilür” mısraları “Felek bir kere niyet edip de ok atarsa dağların başı bile delinir.” olarak açıklanmaktadır.(2)

Burada geçen “ok” sözcüğünden yola çıkarak halkın yegâne silahlarından birinin bu olduğu söylenebilir. Savaşçı bir millet oldukları kahramanın üzerinden yola çıkılarak yorumlanırsa, metin başında geçen “beylerin atları” ifadesinden de çatışma sırasında kullanılan araçların neler olduğu anlaşılabilir.

“Ulşıp eren börleyü/ Yırtıp yaka urlayu/ Sıkrıp üni yurlayu/ Sıgtap közi örtülür” dörtlüğünde yer alan “erkeklerin kurtlar gibi ulumaları” açıklamasında yer alan “kurt” halkın yaşamında önemli bir değere sahip olduğundan benzetme de onun üzerinden yapılmıştır. Bu unsurun sembolik bir özellik taşıdığı yorumu yapılabilir. Feryat eden bu beylerin acılarını yaşarken çıkardıkları seslere dair, “(Beyler) ıslık çalar gibi sesler çıkarıyorlar.” anlatımından hareketle musikinin de şiirin içinde yer aldığı söylenebilir.

Bu manzum parçanın gerek dörtlükler biçiminde yazılmasından gerek nazım türünden ve kafiye şemasından, gerekse de hece ölçüsünün kullanılarak kaleme alınmasından yola çıkılarak halk edebiyatının bir ürünü olduğuna dair yorumda bulunulabilir.

Budist Uygurlara Karşı Savaş

Müslüman Türklerin Budist Uygurlarına karşı yaptığı savaşlardan birini hikâye eden bu manzumeye ait beş dörtlük bulunmaktadır. Bu manzumede Karahanlıların, Müslüman Türklerin, Budist Uygurların ülkesine yaptıkları bir akın anlatılmaktadır. Karahanlıların İla (İli) ırmağını sallarla/ gemilerle geçerek Uygurların Mınglak şehrine vardıkları iletilmektedir. “Kimi içre oldurup/ Ila suwın keçtimiz/ Uygur tapa başlanıp/ Mınglak ilin açtımız”(3)

Müslüman Türklerin İla ırmağının ötesine geçtikleri dönemin hükümdarının Süleyman bin Yusuf olduğu kayıtlara geçmiştir. Böylece bu manzumenin de 11. yüzyılın ilk yarısında düzenlenmiş olduğu kanısına ulaşılabilmektedir. Ayrıca, dönemin siyasi ilişkilerine açıklık getiriyor olması yönüyle de tarihi bir belge niteliği taşıdığına atıfta bulunulabilir.

“Kemşip atıg tegdimiz” ve “Mınglak erin bıçtımız” dizelerinden Türklerin ok ve kılıç gibi savaş aletlerini kullandıkları ve atların üzerinde yer alarak savaşa katıldıkları söylenebilir. Burada yer alan “at” için başlı başına bir motif olduğu, halk edebiyatı ürünlerinde de kendisine sıkça rastlandığı söylenebilir. “Beçkem urup atlaka” dizesinde atlara nişanlar taktıkları belirtilmekte, bu sayede kültürlerinde nihai bir öneme sahip olduklarını bir kez daha gözler önüne sermektedirler.

Manzume son derece ahenklidir. Bu ahenk, dize sonlarında yer alan redifler ile 7’li hece ölçüsünün uygulanmasından ileri gelmektedir. Parça için adeta bir zafername örneği olduğu yorumu yapılabilir.

Bir Zafer Şiiri

Bu parçada, karaltı şeklinde görülen bir düşman ordusu ile yapılan savaşın sonunda mağlup gelindiği anlatılmaktadır. Düşman taraf, yenileceğini anlayınca geri çekilerek çatışmayı sonlandırmaktadır. Üç dörtlüğü olan bu manzume aruzla yazılmıştır. Bu açıdan bakıldığında, içinde bulunduğumuz toplumun gramer yapısını eserlere ilave etmeye başladığımız yorumu yapılabilir.

“Aga büktir üze yordım”(4) mısraında sert yamaç üzerinde yürüdüğünden bahseden yiğidin dağa tırmandığı anlaşılır. “Dağ” motifi Türklerin sıkça kullandığı gerek masallarında yer almış gerekse de koşuklarına sirayet etmiş bir unsurdur. Güç ve kuvveti sembolize ettiği düşünüldüğünden benzetmelerde bolca kullanılmış, ayrıca halkın yaşadığı bölgenin coğrafi yapısının nasıl olduğuna dair bir ipucu vermesi yönünden de mühim bir unsur halini almıştır.

“Kodı kıkrıp uguş tirdim” ifadesinden de kahramanın aşağı doğru seslenerek “kabile”yi topladığına değinilmektedir. Bu sayede, toplumun nasıl bir yaşam tarzını benimsediği öğrenilmektedir. Boylar halinde gruplandıkları, yerleşik hayata geçmiş oldukları ve aile yapısı hakkındaki bulgulara ulaşılmaktadır.

“Yulug barça manga yıgdı” dizesinden yola çıkarak, boylar arasında yapılan savaşlar sonunda nasıl bir politika izlendiğine dair bir buluntuya rastlanmaktadır. Yiğit, düşman milletin kendisine kurtulmalık olarak pek çok mal getirdiğini ve hepsini önüne yığdığını belirtmekte; bunun sonucunda onları serbest bıraktığını dillendirmektedir. “Kurtulmalık” sözcüğünün günümüzde “fidye” olarak tanımlandığı söylenebilir.

Bir Bahar Tasviri

“Yagmur yagıp saçıldı/ Türlüg çeçek suçuldı/ Yinçü kabı açıldı/ Çından yıpar yuguruşur” dörtlüğü(5), bahar mevsiminde yapılan bir tasviri anlatmaktadır. Yağmurun yağması sonucu çiçeklerin açtığı betimlenmektedir. Buna benzer bir anlatım Kutadgu Bilig’de yer alan bir bahar tasvirine çok benzemektedir. Bu eserde yer alan “Tümen tü çiçekler yazıldı küle/ Yıpar toldı kafur ajun yıd bile” beytinde on binlerce çiçeğin gülerek yayıldığı, dünyanın misk kokusuyla dolduğu anlatılmaktadır.

Buradan yola çıkılarak, bu anlatımın 11. yüzyıl dönemine ait eserler arasında yer alan bağlantılara dair bir örnek oluşturduğu söylenebilir. Her iki parçada da aynı coğrafyada yaşayan, aynı milletin fertlerinin benzer manzaralar karşısında benzer duyguları paylaştığı görülmektedir. Yalnızca nazım biçimi açısından farklılık arz etmektedirler.

Divan-ı Lügat’it Türk, Türkçeden Arapçaya olan bir sözlük olup Türkçe sözcüklerin Arapça karşılığı verildikten sonra mutlaka bir cümle içinde kullanıldığı görülür. Bu örnekler birer atasözü yahut dörtlük olarak karşımıza çıkar, daha sonra da bu örneğin Arapça karşılığı verilir. Bu yönden Divan-ı Lügat’it Türk, ansiklopedik bir sözlük gibidir. Yalnızca örnekler üzerinden bir kültürün tarihi öğrenilebilir.

Verilen parçalarda sık sık koşuk tarzında yazılan, “milli ölçü” olarak adlandırılan hece ölçüsüne bolca rastlanılan, yer yer aruz ölçüsünün de kullanıldığı şiirler bulunmaktadır. Şiirler hiçbir zaman bir bütün halinde olarak görülememektedir. Bunun temel sebebi, çoğunun günümüze ulaşma konusunda başarılı olamamasıdır.

Türk dili ve edebiyatı için bir hazine değerinde olan bu eser Uygur, Köktürk ve Karahanlılar dönemi metinlerini çözümlemede kullanılabilecek önemli bir kaynaktır. Arapların Türkçe öğrenmesi için oluşturulan ve Türklerin kültürlerini tanıtmak amacıyla kaleme aldığı bu sözlüğü, eserin yazıldığı devre dair özelliklerine değinerek açıklamaya çalıştım.

KAYNAKÇA:

(1) Talat Tekin, XI. Yüzyıl Türk Şiiri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 5.

(2) Talat Tekin, a.g.e., s. 8-9.

(3) Talat Tekin, a.g.e., s. 26.

(4) Talat Tekin, a.g.e., s. 49.

(5) Ahmet B. Ercilasun, Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2020, s. 321.