Dizi Sektöründe Çin Modeli Ekonomi

Bu yazıda yerli dizilerin sorunlarına ve sosyolojik,psikolojik etkilerine değindim.

Bu yazımda oldukça kalitesiz ürünler ile dünyaya yayılmış Türk dizi sektörüne ve topluma olan etkilerine değiniyorum.

Yerli dizileri pek çok kişi gibi uzun yıllar boyu seyretmeye devam ediyordum. 2020 yılında ise yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim bazı kötü psikolojik etkilerini fark ettiğimden ve pandemi ile birlikte dizi sektörüne de uzunca bir süre ara verildiğinden, bu sürecin sonunda kendimi pek çok diğer kişi gibi sürekli olarak Netflix, Disney+ gibi platformların içeriklerine kaptırdım. O dönemden bu yana ne televizyonda, ne de dijital platformlarda yerli dizi izlemiyorum. Elbette ki dizi, film gibi sanatın değişik dalları insanın ne olursa olsun vazgeçemeyeceği bir ihtiyacı olduğundan, bu ihtiyacımı yabancı dizi ve filmler ile karşılıyorum. Her ne kadar bu diziler hem süre, hem de kalite olarak çok daha iyi olsalar da, insan eninde sonunda kendi ülkesinin kültüründen ve o ülkenin sanatçılarından, oyuncularından vazgeçemiyor. En sonunda yine bu dizileri izlemeye devam edeceğimden, kendimce en azından daha iyi nasıl olabileceğine değinmek istedim ve bu yazıyı kaleme alma kararı aldım. Hadi sorunların tespitini yapmaya başlayalım:

Yerli dizilerin bu kadar kötü olmalarının elbette pek çok nedeni olabilir fakat zannediyorum herkesin ilk dikkatini çeken iki sorun dizi süreleri ve senaryoların kötülüğüdür.

Kendimizi kandırmayalım, Türkiye’de dizi filan çekilmiyor.

Evet, gerçekten de çekilmiyor. Doğruya doğru. Eskiden yalnızca televizyonda dizi izlediğim zamanlarda yerli dizileri üç saat izlediğim yetmiyormuş gibi, üstüne birde yeni bölüm fragmanları için sabırsızlanır ve yalnızca bir hafta sonra yayınlanacak bölümü heyecanla beklerdim. Bütün bunları yaparken yahu bu ülkede film izliyoruz iki saat, diziler nasıl üç saat oluyor diye hiç sorgulamazdım. Şimdi artık dijital platformlara gelen yerli, yabancı fark etmez hemen hiçbir diziyi izleyemiyorum. Zira onca saati dizi izlemek için harcamaktansa, film seyretmek daha iyi oluyor. Bu değişimin nedenlerine başta da belirttiğim üzere senaryoları eleştirdiğim paragraflarda değineceğim. Şimdi yersiz uzun yerli dizilerin nedenine değinmeye devam edeyim.

Türkiye’de dizi çekmek eğer bazı oyuncular gibi dinlenebileceğiniz kendi özel karavanınız filan yoksa tam bir işkence olmalı. İlgiyle izlenen o televizyon dizilerinin yapımcıları marifetmiş gibi dizilerimizi tüm dünya seyrediyor, kültürel hegemonya kuruyoruz diye hava atmayı sürdüredursunlar, Set emekçileri bazen günde 16 saat çalışmak zorunda kalıyorlar. Şimdi diyebilirsiniz ki; sen nereden biliyorsun, görüntü yönetmeni filan mısın? İnternetten görerek setlere figüran sağlayan bir cast ajansına başvurdum ve görüşmek için ofise gittiğimde bazen öğle 11:00’de başlayan çekimlerin gece 03:00’e kadar sürdüğünü ve ışığa duyarlı hastalığımdan ötürü setlere yollanamayacağımı söylediler. Özetle; marifetmiş gibi hava atıldığına bakmayın, düşük bütçelerle ve günlük 15 saati bulabilen insanlık dışı çalışma süreleriyle elbette Dünya’nın dizi ihracatında iki numarası olabilirsiniz. Ama kötü bir haberim var: söz konusu dizilerin hepsi Çin malı ve muhtemelen yapılmış en kalitesiz diziler. Ha, Çin bile artık o kadar kalitesiz üretim yapmıyor derseniz sizde haklısınız tabi.

Amerikan'ın senaryosu daha gerçekçi geliyor.

Türk dizilerinin senaryoları senaryodan daha çok tuhaf kişisel fanteziler şeklinde karşımıza çıkmakta. Senaryoların en büyük problemi sosyolojiden aşırı şekilde kopuk olmaları. Özellikle söz konusu televizyon olduğunda hemen her dizide mutlaka ataerkillik, geniş aileler, ağalık ve aşiret, zenginlik, aldatma, üzüntü ve maalesef tecavüz temaları bulunmakta. Senaryolar öyle bir yazılıyor ki; bu saydığım temaların tamamını çoğu zaman aynı senaryo içerisine sığdırıldığı yetmiyormuşçasına, yabancı dizi ve filmlerden de bariz biçimde bazı sahneler izinsiz kopyalanıyor. En sonunda Aşure çorbasından tadı hariç pek bir farkı kalmayan bu senaryolar, günde 15 saatten bir güzel pişirilip önümüze sunuluyor. Aşure çorbasının da hakkını yedim. Onda en azından tarife göre malzemeler ve ağızda bıraktığı tat değişebiliyor. Dizilerde öyle bir şey de yok. En çok güldüğüm konu ise hepsi nedense zengin olan bu dizi karakterlerinin sürekli ağlaması. “Şükredin, bakın parayla saadet olmuyor” diyorlar herhalde. Dijitalde ise zaman zaman gerçekten kaliteli içerikler üretilmekle birlikte, çoğu senaryo buram buram Hollywood özentiliği kokuyor. “Sıradan” insanların sıradan hayatlarını senaryolaştırsalar daha kolay olacak halbuki ama neyse.

Son olarak yazının hemen başında bahsettiğim psikolojik etkilere değinmek istiyorum. Malumaliniz efendim ülkemizde pek çok kişi mutsuz ve maalesef umutsuz. E durum böyle olunca da umutsuz insanın hayali de olmuyor ve insanlar mutluluğu doğal olarak tiyatro ve sinema sanatında, dolayısıyla da dizilerde aramaya başlıyor. Zaten senaryolarda o yüzden gerçeklikten bu denli uzak. Dizilerdeki hayatların, bilhassa aşk temasında olanlarını bu kadar sahiplenmemiz boşuna değil. Şimdi size kendi başıma gelen bir örnekle anlatmaya çalışayım. 2020 yılına doğru ilerlerken izlediğim yerli televizyon dizilerinden sonra çok tuhaf bir huy geliştirerek, o dizilerin bir sonraki bölümlerinde ne olacağının gece gündüz hayalini kurmaya başlamıştım. 2019 yılında babamın geçirdiği ağır hastalığa, o dönem okuluma devam etmeme engel olan kişisel sorunlarım da eklenince umutsuzluk zirve yaptı ve izlediğim “Çukur” adlı diziye hiç olmadığı kadar kendimi kaptırmaya başladım. Bir süre sonra birde baktım; o dizide oynayan Hazal Subaşı adlı oyuncuya, daha doğrusu muhtemelen canlandırdığı karaktere karşı platonik bir aşk geliştirmişim, hayda. Şimdi diyebilirsiniz ki, e ne olmuş ergenken hepimiz benzerini yaşadık fakat ben aşırı şekilde diziye kendimi kaptırdığımdan durum çok farklı gelişti ve yaşadığım onca travmanın üzerine ergenliğin ve bu durumun da etkisi eklenince sinir krizleri kaçınılmaz oldu.

Bu örnekten de anlayacağımız üzere bu tarz zenginlik ve benzeri temalar işleyen diziler mutsuz insanlara hayal satarak oyalamaktan başka hiçbir işe yaramıyor. İşte 2020 yılından bu yana herhangi bir yerli diziyi asla izlemememin nedeni buydu. Umarım bir gün hiç kimsenin hayalleri yıkılmaz, umutları sönmez ve en imkansız hayali gerçekleştirmenin dahi bir yolu bulunur. Her ne kadar zor olsa da, hayallerinizin peşinden gitmeyi bırakmamanız dileğiyle. Zira ben yeni mezun bir gazeteci olarak tam da öyle yapıyorum. Arrivederci.