Düşünmenin Kıyısında: Sessizliğin Gürültüsü

Zihin bazen bir yankı odasıdır; bir düşünce bin şekle girer, geceye sığmaz olur.

Bazı geceler, evlerin ışıkları birer birer sönerken, zihinlerdeki lambalar yanmaya başlar. O sessizlikte, dünya uyurken, bazı insanlar içlerindeki fısıltılarla uyanıktır. Kalp atışı gibi ritmik ama yorucu bir döngüdür bu: bir kelime, bir bakış, bir tesadüf… Sıradan bir an, zihin sahnesinde devleşir. Bir bakmışsınız, düşünceler, başınızın içinde koltuklarına kurulmuş, hüküm sürmeye başlamış.

Aşırı düşünmek; kelimelere anlamlar yüklemenin, olmayan ihtimalleri gerçekmiş gibi yaşamanın, geçmişle geleceği aynı sofraya oturtmanın bir başka adıdır. Oysa biz sadece “an”ın misafiriyiz. Geçmiş, çoktan olup bitmiştir. Gelecekse henüz eli dokunmamış bir hayaldir. Ama aşırı düşünen bir zihin, bu ikisinin arasında bir yerlere sıkışır. Ne tam yaşar ne de tam unutur. Hafıza albümünü açar, her karede fazladan bir ayrıntı bulur, sonra onun peşine takılır. Kendini yorarak, kendi içinde kaybolur.

Zihin, bazen bir yankı odasına döner. Bir düşünceyi atarsınız içine, yankısı geri döner. Sonra o yankıdan bir başka düşünce doğar. Ve siz, kendi iç sesinizin bile boğucu hale geldiği bir iç labirentte, çıkış kapısını ararsınız. Bütün ışıklar üzerinizdeyken sahnede yalnız kaldığınız bir oyun gibidir bu. Seyirci de sizsiniz, oyuncu da. Ne alkış gelir, ne perde kapanır.

Aşırı düşünmek bir tür iç göçtür belki de. İnsan, kendi içine çekilir; orada kendine bir oda kurar. Dışarısı susmuştur ama içeride fırtınalar kopar. İnsan bazen en çok kendisinin kalabalığında boğulur. Başkalarının tek bir cümlesini onlar çoktan unutmuşken, siz haftalardır zihninizde taşıyorsunuzdur. “O bunu neden dedi?”, “Ben yanlış mı anladım?”, “Keşke şöyle cevap verseydim…” Bitmek bilmeyen bir iç mahkeme.

Ama unutma: Her düşünce senin değildir. Bazen sadece gelip geçen bulutlardır onlar. Takılmazsan geçip giderler. Tutmazsan ağırlık yapmazlar. Hayatın yükü, çoğu zaman düşündüklerimizden ibarettir; yaşadıklarımızdan değil.

Bir sabah, düşüncelerinin bile sustuğu bir sessizlikte uyanırsın. Ve o an fark edersin: Düşünmek, anlamaya yeter ama yaşamak için yetmez. Hayat, zihinle değil, yürekle hissedilir. Bazen de susarak anlaşılır.

Ve belki de en büyük huzur, her şeyi düşünmemeye cesaret etmektir.