Duymamak Aşkı: Neden Kaybettik, Neden Bulamıyoruz?
Aşkı kaybetmek, onu yeniden bulamayacağımız anlamına gelmez.
Aşk, yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda bir anlam arayışıdır. Pek çok kültür ve düşünürken, aşkın hayatlarının en derin ve karmaşık duygularından biri olarak yaşanmıştır. Ancak modern dünyanın karmaşıklığı içinde, aşkın kendisi sanki kaybolmuş, gitgide zor bulunan, ancak bir o kadar da erişilmesi arzulanan bir hayal hâline gelmiştir. Peki, bu kayboluşun kökeni nedir? Neden fazlasını kaybettik ve neden bulamıyoruz?
Aşkın Sesini Duyamamak
Aşkın gidişi, çoğu zaman anlaşılmadığı, ancak izlenen tek açıdan arzunun farklı olması arzu edilir. Modern insanın, aşkla kurduğu bağlar, hızla akan bir dünyada, bir süre sonra yalnızca "düşünsel" ve "duygusal" bir yanılsama halini alır. Duymamak, sadece dağılmadığınızı duymaz hale gelmekle kalmaz; bu durumda, aşkın devamından da uzaklaşmak demektir. Hızla akan günlük gürültü, duymamız gereken en saf ve en derin sesi -aşkı- susturur.
Burada, bir tane belirir: Ne kadar çok duyarlıyız, o kadar az duyarlıyız. Teknoloji çağının içinde kaybolmuş anlamlarla dolu bir yaşam sürerken, insanlar parçalanmış yüzeysel, hızlı ve anında bağlantıya çalışırlar. Aşk, bu hızlarda devam ediyor; Ona yeni bir duygu, bir deneyim, bir "bildirim"den sıkışıp kalarak kalır. Aşk, yalnızca bir ilişki değil, bir ses, bir yankıdır. Bunu duymadığımız sürece, aşkı anlamamız ve bulmamız imkansız hale gelir.
Zamanın Kırılganlığı
Aşkın kayboluşu, sadece duyamamaktan kaynaklanmaz. Aynı zamanda bir tür kırılganlığıdır. Aşkın en derin ve saf hâli, birikimleri içinde aşan bir boyutta var olmalıdır. Ancak zaman zaman değişimler dünya dünyası hızla ilerliyor, her şey unutuluyor ve insanlar sabırsızlıkla sonuçlar bekliyorlar. Oysa aşk, acele etmemeli, zaman içinde yaşanmalıdır. Birleşmeyi hızlandırmak, aşkın devrimini ifade etmek gelir.
Zamanın kaybolması, aynı zamanda insanların kendi kişiselleriyle yüzleşmesini engeller. İnsan, sürekli olarak dış dünyaya açılan, maddi olgulara odaklanırken, içsel merkezlerini bir anlamda unutur. Aşk, bir bakıma bu birimleri doldurur; ama yalnızca gerçekten yaşanan dönemler, içsel varlığımızla buluştuğumuz aşkı "bulabiliriz". Bunu yapmak, fazlasını kazanmak demektir.
Aşk ve Dilin Sınırlılığı
Aşkı kaybetmemizin bir başka nedeni, dili ve sembollerini yanlış kullanmamızdır. Aşk, bazen sözlerle anlatılamayacak kadar derindir. Ancak modern dünyada aşk çoğu zaman yalnızca klişelerle ifade edilir. "Seni seviyorum" cümlesi, ne kadar anlamı yüklü olsa da, bir yerde boş bir anlam taşımaya başlar. Onun anlamının yeri kısa, öz, ama derinlikte kaybolmuş semboller yer alır.
Sembolizm, aşkın büyüsünü kaybetmemize sebep olabilir. Bir çiçek, bir bakış, bir dokunuş, bir söz – tüm bunların aşkını sembolize ederken, orijinal anlamlarından giderek uzaklaşır. Aşk, sadece bir sembol ya da duygu değildir; Aşk, kendini yeniden keşfetmeyi içeren bir içsel deneyimdir. Dili ve sembollerini sınırlayan bir şekilde kullanmakkça, aşkın gerçeğinden uzaklaşırız. Oysa gerçek aşk, sözlerden bağımsızdır. Gerçek aşk, biz ne kadar devam etmek için çalışsa da, yine de açıklanamaz olanıdır.
Aşkın Kayıp İzi: Varoluşsal Yalnızlık
Aşkın bulamanın, en derin sebeplerinden biri de varoluşsal yalnızlıkla bulunabilir. Her birey, bir ölçüde kendi içsel yalnızlığını taşır; ve bu yalnızlık, toplumsal olarak yaşananların bir yansımasına dönüşür. İnsanlar, diğer insanlarla bağ kurarken, asıl Mesele kendileriyle yüzleşmeyi unuturlar. Bu kayıp, aşkı bulma çabasında bir engel oluşturur. Birey, yalnızlığını başkalarını arar, kişinin gerçek aşkı, önce kişinin kendi varlığının kabullenmesiyle başlar.
Birey, kendisiyle yüzleşmeden bir başkasını sevemez. Kendi yalnızlığını sevmeyi, kendisine karşı olduğu sevgiyi derinleştirmeyi, ancak bu şekilde gerçek bir bağın gerçekleştirilmesini mümkün kılar. Aşk, bir başkasının tamamlayıcısı olmak değil, iki yalnız insanın birbirine bağlı olduğu bir yolculuktur. Ve bu yolculuklar, ancak içsel yalnızlıkla barışıldığında gerçekleşir.
Sonuç: Aşkın Arayış
Aşk, kaybolmuş bir kavram değildir; kaybolmuş olan, onu görürken yanlışlıklardır. Duymamak, hızların hızla devam etmesi, dilin sınırları ve varoluşsal yalnızlık, aşkını kaybetmemizin nedenleridir. Ancak bu kayboluşun anlamı, aşkın her zamanın yeniden yaşanmasıdır. Aşk, sadece bir duygu değil, bir anlayıştır. Her şeyden önce, aşk, insanın kendi iç yolculuğunda bulacağı bir hazine gibidir.
Aşkın yıkılması, onu yeniden bulamayacağımız anlamına gelmez. Aşk, her zaman sesli olarak yeniden duyurur; sadece biz, o sesi duymaya hazır olmalıyız. Bu hazırlık, içsel bir dönüşüm, bir yeniden doğuş gerektirir. O zaman, aşk değişiyor, sadece bir süreliğine bakılıyor.