Gaspar Noé ve Irreversible

Sinema, Etik ve Şiddetin Sınırları

Gaspar Noé’nin yazıp yönettiği Irreversible (Dönüş Yok), 2002 yılında vizyona girdiğinden bu yana hem sinematografik tarzı hem de içeriğiyle ciddi etik tartışmalara yol açtı. Film, tecavüze uğrayan Alex’in (Monica Bellucci) intikamını almak isteyen sevgilisi Marcus (Vincent Cassel) ve eski eşi Pierre’in (Albert Dupontel) hikâyesini anlatıyor. Ancak filmi asıl tartışmalı kılan, Alex’in şiddet dolu sahnelerle resmedilen saldırıya uğradığı on üç dakikalık kesintisiz çekim.

Gaspar Noé Sineması: Şiddet, Gerçekçilik ve Etik

Gaspar Noé filmlerine genel olarak baktığımızda, izlemesi zor, baş ağrıtıcı, rahatsız edici bir niteliktedirler. Filmlerinde izleyici rahatsız etmeyi ve onlarla iletişim kurmayı sever. Bazen jenerik ters akar bazen de filmin jeneriğini film ortasında verir ya da izleyici film sırasında filmi kapatması gerektiği konusunda uyarır. Filmi kapatması için uyarır çünkü az sonra izleyecekleri şeyler için mesuliyet kabul etmemektedir. Filmleri genellikle uyuşturucu, şiddet, ölüm, cinsellik gibi izlemesi ve ele alması zor konuları içerir. Sinemada ele alması zor durumlardır çünkü aslında bu konular, izleyici için büyük tabular ve normlardır.

Film, The Rectum adındaki yeraltı eşcinsel gece kulübünde başlar. Marcus ve Pierre, Alex’e tecavüz eden Le Ténia'yı (Jo Prestia) bulmak için kulüpte ilerler. Öfkeli Marcus, orada karşısına çıkan herkese saldırırken, Pierre ise başta daha temkinlidir. Ancak sonunda, yanlış kişiyi hedef aldıklarını bilmeden, bir adamın kafasını yangın söndürücüyle ezerek öldürürler. Kamera, titrek hareketlerle şiddetin kaotik atmosferini hissettirir.

Zaman tersine aktıkça, olayların neden bu noktaya geldiğini anlarız. Alex, Marcus ve Pierre bir partiye katılmış, Marcus ile Alex arasında bir tartışma yaşanmış ve Alex partiyi terk etmiştir. Yolda bir alt geçitten geçerken bir adamın kadına saldırdığını gören Alex, duruma müdahale etmek ister. Ancak saldırgan, Alex’i fark eder ve filmin en sarsıcı sahnesi burada başlar. Alex karanlık bir metro alt geçitinde Le Ténia tarafından vahşice tecavüze uğrar ve dövülür. Bu uzun şiddet sahnesinde, Alex yardım için çığlık atarken ve çaresizlik ve beyhude bir hareketle elini kameraya doğru uzatırken, zaman durmuş gibi görünüyor. Bu sahne, yaklaşık on üç dakika boyunca kesintisiz bir şekilde ve sabit kamera açısıyla çekilmiştir. Noé, izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp, bu korkunç ana tanıklık etmeye zorlar. İşte tam da bu noktada etik tartışmalar devreye girer:

Sinema, bu kadar sert sahneleri göstermeli mi, yoksa sanatsal bir biçimde dolaylı mı anlatmalı?

Şiddeti bu denli gerçekçi göstermek, gerçekten bir farkındalık yaratır mı, yoksa izleyiciyi yalnızca travmatize mi eder?

Noé’nin yaptığı, bir sanat eseri yaratmak mı, yoksa sadece izleyicinin sınırlarını test etmek mi?

Bu sahneden sonra film, gecenin başına doğru ilerler. Ters kurgunun en büyük etkisini de burada görmekteyiz. Bu kadar sarsıcı bir andan sonra gecenin daha büyüsünün bozulmadığı o güzel zamanlara gideriz. Filmin başında dendiği gibi zaman her şeyi mahvetmeden önceki zamana gideriz. Az önce izlediklerimizle beraber bu üçlünün başlarına gelecekleri bilerek bu kısımları izlemek bize acı vermektedir. Filmin sonunda çok güzel bir günde çimenlere uzanmış Alex’i görürüz. Bu iyilik hâli bile izleyiciye ıstırap vermektedir artık. Ve yine aklımıza filmin başındaki o cümle gelir: Zaman her şeyi mahveder.

Gaspar Noé, filmleriyle izleyiciyi etik, adalet, şiddet ve insan doğası üzerine sorgulamaya iter. Cinsellik ve şiddet gibi konuları sansürlemeden ve dolaylamadan gösterirken, aslında sinemanın sınırlarını da test eder. Peki, biz izleyiciler olarak, sanatın bu denli rahatsız edici olmasına ne kadar hazırız?

Irreversible, yalnızca bir film değil, aynı zamanda bir sınav. Şiddetin, adaletin ve zamanın insan üzerindeki etkisini en sert haliyle gözler önüne seren bir deneyim. Noé, bizleri sadece izleyici olarak bırakmıyor; aksine, sarsıyor, düşündürüyor ve zorla yüzleştiriyor. Peki, sizce sanatın bir sınırı olmalı mı?