Hepiniz Sahtekârsınız! Çavdar Tarlasında Çocuklar

Phonies, phonies, phonies...

J.D. Salinger’ın 1951 yılında yayımladığı The Catcher in the Rye, Amerikan edebiyatında “coming-of-age” (büyüme) temasının en başarılı örneklerinden biri. Tek oturuşta bitirdiğim bu Roman, 16 yaşındaki Holden Caulfield’ın okuldan atıldıktan sonraki üç günlük New York gezisi etrafında şekilleniyor. Bu kısa zaman diliminde, ergenlik, kayıp, yabancılaşma, samimiyet arayışı ve akıl sağlığı gibi konular etrafında çok derin anlamlar gözlemliyoruz.

Romanın tamamı Holden’ın birinci ağızdan, çoğu zaman düzensiz ve dağınık düşüncelerle anlattığı olaylardan oluşuyor. Salinger, karakterin yaşına ve psikolojik durumuna uygun bir dil tercih etmiş ki çevirisinde bile kendine bağlayan bir anlatımı görebiliyoruz. Holden sık sık küfrediyor hikâye boyunca, tekrarlar yapıyor ve zaman zaman düşünce zincirinden kopup konudan konuya atlıyor. Bu dil hikâyenin gidişatını şekillendirmekte kilit rol oynunyor.

Holden’ın en çok kullandığı kelimelerden biri “phony” (sahtekâr)dır. Bu kelime, onun çevresindeki insanlara karşı duyduğu güvensizliği ve samimiyet eksikliği algısını temsil ediyor. Öğretmenlerinden arkadaşlarına, tanımadığı insanlara kadar birçok kişiyi “phony” olarak tanımlar. Bu durum, onun toplumun yüzeysel kurallarına ve ikiyüzlü yapısına karşı geliştirdiği savunma mekanizması olarak okunabilir.

Roman boyunca sıkça bahsi geçen olaylardan biri, Holden’ın küçük kardeşi Allie’nin lösemi nedeniyle hayatını kaybetmiş olması: Allie’nin ölümü, Holden’ın ruhsal kırılmalarının merkezinde yer alıyor ki, bu kayıptan sonra Holden’ın davranışlarında tutarsızlıklar, öfke patlamaları ve izolasyonun geliştiğini gözlemliyoruz. Bu da romanda yas temasının güçlü biçimde hissedilmesini sağlıyor.

Holden’ın psikolojik durumu, romanın yazıldığı döneme kıyasla oldukça açık şekilde sunulmakta. Kitap boyunca sergilediği paranoya, kendilik değeri problemleri, anksiyete belirtileri ve depresyon eğilimleri, bugün birçok okur ve eleştirmen tarafından genç yaşta ruhsal çöküş yaşayan bir bireyin portresi olarak değerlendiriliyor. Romanın sonunda Holden’ın bir akıl sağlığı merkezinde olduğunu ima eden kısımlar da bu değerlendirmeyi desteklemekte.

Holden, çocuklukla yetişkinlik arasında sıkışmış bir karakter. Çocukları idealize eder; onlar hakkında nadiren “sahtekâr” ifadesini kullanır. Özellikle küçük kız kardeşi Phoebe’ye olan düşkünlüğü ve onu koruma arzusu, Holden’ın saf ve bozulmamış olarak gördüğü çocukluk dönemine duyduğu özlemi yansıtıyor. Bu bağlamda romanın başlığı da önem kazanır: Holden, çavdar tarlasında oynayan çocukları uçurumdan düşmeden yakalayan biri olmak ister. Bu bir şarkıyı yanlış duymasından sonra geliştirdiği nir düşünce aslında. Bu metafor, onun koruma ve durdurma isteğini, büyümenin ve bozulmanın önüne geçme çabasını temsil ediyor.

The Catcher in the Rye, günümüz gençlik sıkıntılarını ve genç sosyal kesimin arasında yetişen ve birçoğumuza benzeyen, bağlanma sorunları çeken naif bir genci anlatıyor. Birçok insan hakkında düşündüğümüz ve uzaklaştığımız suratlara bir ayna görevi görüp bizi onlarla yüzleştirirken, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika'sını da çeşitli ortamlarda bizimle yüzleştiriyor.