İlahi Emrin İzinde: İncil'in Yorumlanması

Tarihi yazanlar galiplerdir derler; oysa sanat, mazlumların fısıltısını çağlar boyunca duyurur.

İnsanlık ve Tanrılar: Anlam Arayışının Başlangıcı

Yaşadığımız bu milyonlarca yıllık gezegen, tarih boyunca sayısız insan topluluğunun, kavimlerin ve kültürel komünlerin anlamlandırma çabalarına sahne oldu. İnsan, varoluşunu ve çevresini anlama arzusuyla yola çıkarken, bu yolculukta en güçlü rehberlerinden biri inanç oldu. Henüz ilk uygarlıklar bile kurulmamışken, avcı-toplayıcı kabileler bile doğanın gizemli güçleri karşısında bir açıklama arıyor, bu açıklamayı da çoğunlukla doğaüstü bir varlığa, yani tanrılara bağlıyorlardı.

İnsanlık, şimşek çaktığında, volkanlar patladığında ya da depremler olduğunda bir neden aradı. Örneğin, köpeklerin gök gürültüsüne havlaması gibi, ilkel insan da duyularının açıklayamadığı bu olaylara karşı bir tepki geliştirdi. Gözle görülmeyen, ama etkisi hissedilen bu doğa olayları zamanla ilahi güçlere atfedildi ve bu da dini ritüellerin temelini oluşturdu.

Mezopotamya, bu anlam arayışının en erken ve en zengin örneklerinden biridir. Sümerler, Akadlar, Babilliler gibi uygarlıklar, tanrılarını doğayla ilişkilendiriyor, gökyüzü, yer altı, bereket ve savaş gibi kavramları somut tanrılarla açıklıyorlardı. Her bir tanrı, doğanın bir yönünü temsil ediyor ve bu tanrılara sunulan ritüeller, insanın evrene karşı duyduğu saygı ve korkunun ifadesi oluyordu.

Zamanla medeniyetler gelişti, şehirler kuruldu, dinler sistematik hale geldi. Ancak temel soru hep aynı kaldı: "Biz neden buradayız ve bizi ne yönetiyor?"

İşte bu sorunun peşinden giden insanlık, tanrılarla dolu bir dünya inşa etti. 

Hazırsanız Başlıyoruz: İsa’nın İzinde, İncil’in Sayfalarında Bir Yolculuk

İnsanlık tarihinin en büyük dönüşümlerinden biri, hiç şüphesiz ki bir imparatorluğun dinini değiştiren bir inanç sisteminin doğuşudur. Biz de bu yazıda, bu büyük dönüşümün merkezine, yani Hristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil’e birlikte göz atacağız. Hâlâ bugün dünyada milyarlarca insanın inandığı bu dinin temellerine inecek, İsa’nın sözlerini okuyacak ve bazı bölümlerini birlikte analiz etmeye çalışacağız.

Ancak şunu en başta belirtmek isterim: Bu yazı bir ilahiyatçının kaleminden çıkmadı. Tarihe meraklı bir mühendislik öğrencisinin, dinler tarihine olan ilgisini paylaşma çabasıdır. Akademik bir yorum değil, kavrama ve anlamlandırma girişimidir. Eğer bu çerçevede okursanız, hem keyif alacağınızı hem de ayırdığınız zamanı daha verimli hale getireceğinizi umuyorum.

Hazırsanız, arkanıza yaslanın. Kahvenizden bir yudum alın. Şimdi birlikte Yahudi krallığının kalbine, Roma İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü döneme uzanalım.

İlahi emirlerin peşinden, tarihin tozlu yollarında anlam arayışına doğru yola çıkıyoruz.

Matta’ya Göre: Mesih’in Soyu ve Doğumu

İncil’in Matta kitabında ilk bölüm, 1’den 16. ayete kadar olan kısımda İsa’nın soy ağacına yer verilir. Bu kısım, sadece bir isim listesi gibi görünse de aslında derin bir tarihsel ve teolojik anlam taşır. İsa'nın, Yahudi halkının en büyük atalarından olan İbrahim ve Davut'un soyundan gelmesi özellikle vurgulanır. Bu bağlantı, onu sadece manevi bir figür değil, aynı zamanda Yahudi peygamberliklerinin devamı olarak konumlandırmak içindir.

"Yakup, Meryem’in kocası Yusuf’un babasıydı. Meryem’den de Mesih denilen İsa doğdu." (Matta 1:16)

Bu ayette dikkat çekici olan, diğer erkek soylarının aksine doğrudan Meryem’e atıf yapılmasıdır. Çünkü anlatıma göre İsa, biyolojik olarak Yusuf’tan değil, mucizevi bir biçimde Ruhülkudüs aracılığıyla dünyaya gelmiştir. Bu, onun "ilahi" kökenine işaret eder.

"İsa Mesih’in doğması şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf’la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce, Kutsal Ruh’tan gebe kaldığı anlaşıldı." (Matta 1:18)

Burada geleneksel aile düzeni dışındaki bir doğum anlatılmakta. Bu, o dönem için büyük bir toplumsal olay olabilecek bir durumken, Tanrı'nın müdahalesi olarak sunuluyor. İsa'nın doğumu, biyolojik bir süreçten çok, ilahi bir plana bağlı olarak gerçekleşiyor. Hristiyanlık inancında bu durum, "Bakire Doğum" mucizesi olarak kabul edilir ve Mesih’in tanrısal doğasına temel oluşturur.

Matta 1:19’da anlatılan olay, sıradan bir nişan hikâyesi gibi başlasa da çok daha derin ve sembolik bir boyut taşır:

“Nişanlısı Yusuf, salih bir adamdı. Onu herkesin önünde utandırmak istemediği için gizlice ayrılmaya karar verdi.”

Burada Yusuf’un karakteri ön plana çıkıyor. O dönemin Yahudi toplumunda, nişanlı bir kadının hamile kalması büyük bir skandal sayılırdı ve Meryem, toplumdan dışlanabilirdi. Ancak Yusuf, adaletli ve merhametli bir insan olarak onu rencide etmek yerine sessizce çekilmek istiyor. Bu, onun hem dini kurallara bağlılığını hem de kalbindeki ahlaki derinliği gösteriyor.

Ancak olay burada sona ermiyor:

“Rabbin meleği rüyada ona görünüp şöyle dedi: 'Davudoğlu Yusuf, Meryem’i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahmindeki Ruhülkudüs’tendir.’” (Matta 1:20)

Bu noktada ilahi müdahale devreye giriyor. Yusuf’a bir melek aracılığıyla verilen bu mesaj, yalnızca bireysel bir karar değil, Tanrı’nın planının bir parçası olduğuna işaret ediyor. İsa'nın doğumu sıradan bir doğum değil; Tanrı’nın kurtuluş planının başlangıcı olarak sunuluyor.

“O bir oğul doğuracak; adını İsa koyacaksın. Çünkü O, halkını günahlarından kurtaracak.”(Matta 1:21)

Buradaki "İsa" adı, İbranice "Yehoshua"dan gelir ve “Tanrı kurtarır” anlamındadır. Bu ifade, Hristiyan teolojisinin temel iddiası olan kurtuluş doktrinine doğrudan bir göndermedir.

Matta, hemen ardından eski bir peygamberlik sözünü hatırlatır:

“Bakire gebe kalacak ve bir oğul doğuracak, adını da ‘İmmanuel’ koyacaklar” (Matta 1:23)

(İmmanuel: "Tanrı bizimle" demektir.)

Bu, Yeşaya peygamberin sözlerinden alıntıdır ve Hristiyan inancına göre bu olayın Mesih'in doğumuyla gerçekleştiği kabul edilir. Tanrı’nın, insan suretinde dünyaya gelişi, insanlıkla doğrudan temas kurmasının sembolüdür.

Matta kitabının devamında, Yusuf’un gördüğü rüyaya nasıl karşılık verdiğini öğreniyoruz.

Yusuf, Rabbin meleğinden aldığı mesaj üzerine tereddütlerini bir kenara bırakır ve ilahi buyruğa uyar.

Meryem’i eş olarak kabul eder, onu korur ve doğacak çocuğa “İsa” adını verir. Bu, sadece bir baba olarak bir çocuğa isim koymak değil; aynı zamanda Tanrı’nın planına aktif olarak katılmak anlamına gelir.

Yusuf’un tutumu burada oldukça çarpıcıdır: Toplum baskısını, kişisel gururunu ve korkularını bir kenara bırakıp, Tanrı'nın iradesine teslim olur. O andan itibaren sadece bir eş ya da üvey baba değil, aynı zamanda ilahi bir görevin taşıyıcısı haline gelir.

İncil’in diliyle: “Yusuf uyanınca Rabbin meleğinin kendisine buyurduğu gibi yaptı, karısını yanına aldı… ve doğan çocuğun adını İsa koydu.” (Matta 1:24-25)

Bu noktada, hikâyenin sadece manevi değil, aynı zamanda insani yönü de öne çıkar. Çünkü bu anlatı bize, kutsal bir planın bile, inanan bir insanın cesareti ve sadakatiyle tamamlandığını gösterir.

BAP 2 ve Kral Hirodes 

İncil’in Matta kitabında ikinci bölüme geldiğimizde, artık İsa dünyaya gelmiştir. Fakat bu, sadece bir çocuğun doğumu değil; aynı zamanda dönemin siyasi ve dini dengelerini sarsacak bir olaydır. Çünkü bu doğum, Yahudi toplumunun uzun zamandır beklediği "Mesih"in gelişi olarak yorumlanır. Ve bu söylentiler, dönemin güçlü fakat paranoyak kralı Hirodes’in kulağına kadar gider.

Hirodes ismi, yalnızca kutsal metinlerde değil, sanat tarihinde de derin izler bırakmıştır. Bu olayların en çarpıcı yansımalarından biri de Barok dönemin büyük ressamı Peter Paul Rubens’in ünlü eseri "Masumların Katli"dir. Tabloda, Hirodes’in emriyle öldürülen bebeklerin ve annelerin yaşadığı trajedi tüm çıplaklığıyla resmedilmiştir.

Bu nedenle bu bölüm sadece dini değil, kültürel ve sanatsal açıdan da oldukça güçlü bir anlatı sunar.

İncil’in bu kısmını daha iyi yorumlayabilmek için, metinlerde sıkça geçen bazı kavramları anlamak büyük önem taşır. Bunların başında da tabii ki "Kral Hirodes" gelir.

1.Kral Hirodes'in Hayatı


İncil’in Matta kitabı 2. bapta adı sıkça geçen Kral Hirodes, sadece dini anlatıların değil, aynı zamanda tarihçilerin de dikkatle incelediği bir figürdür. Onun hayatına dair birçok bilgi, MS 1. yüzyılın ünlü Yahudi tarihçisi Flavius Josephus’un çalışmaları sayesinde günümüze ulaşmıştır.

Hirodes’in doğum tarihi M.Ö. 74, ölüm tarihi ise M.Ö. 4 olarak tahmin edilir. Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye (Judea) eyaletine atadığı krallardan biridir ve siyasi kimliği kadar kişisel çalkantılarıyla da anılır. Her ne kadar "Yahudilerin Kralı" unvanını taşısa da, aslen Yahudi halkından değil, Edomlu (İdumealı) bir soydan gelmektedir. Bu soy, Eski Ahit'te bahsi geçen İshak peygamberin oğlu Esav’ın torunlarıdır.

M.Ö. 2. yüzyılda Makkabi isyanları (Yahudi yaşamındaki Helenistik etkiye karşı başlatılan bir Yahudi isyanıydı) sırasında İdumea toprakları Yahudiler tarafından fethedildiğinde, orada yaşayan halktan Yahudi şeriatını kabul etmeleri istenmişti. Bu nedenle Hirodes’in ailesi de resmi olarak Yahudiliği kabul etmiştir.

Hirodes'in babası Antipater, Roma’ya yakın bir yöneticiydi. Siyasi zekâsı sayesinde Hirodes daha genç yaşta önemli görevlere atandı ve 25 yaşında Galile Valisi oldu. Babasının bir vergi memuru tarafından zehirlenerek öldürülmesinden sonra, suikastçıyı idam ettirdi ve ailesinin kontrolünü sağlamlaştırdı.

Sürgündeki Hasmonean hanedanının prensesi I. Mariamne ile evlenmesi, onun siyasi gücünü pekiştirme hamlelerinden biriydi. Fakat aynı zamanda bu evlilik trajik bir sona sahne olacaktı. Hirodes, büyük bir kıskançlık ve güvensizlik içinde, en sevdiği eşi Mariamne’yi bile ileride öldürtecekti. Bu olaylar onun ne kadar paranoyak ve zalim bir hükümdar olduğunu ortaya koyar.

M.Ö. 40 yılında, Partlar ve Hasmoneanlar Kudüs'ü işgal ettiğinde Hirodes Roma’ya kaçtı. Roma Senatosu tarafından "Yahudilerin Kralı" ilan edildi ve M.Ö. 37’de tekrar Kudüs’ü alarak krallığını fiilen başlattı. Tam 34 yıl boyunca tahtta kaldı.

Ancak hükümdarlığı boyunca tahtını sürekli bir tehdit altında görüyordu. Bu nedenle en yakınlarını bile tehdit olarak algılayıp öldürmekten çekinmedi: eşini, oğullarını, akrabalarını…

Ve en sonunda, gökyüzünde yeni bir yıldızın doğduğunu söyleyen doğulu bilginlerin sözleri, onun en büyük korkusunu tetikledi: yeni bir “kral” doğmuştu.

Doğudan Gelen Bilginler ve Yeni Doğan Kralın Haberi

“Şimdi İsa, Kral Hirodes’in günlerinde Yahudiye’nin Beytlehem kentinde doğduğu zaman…”

Böyle başlar Matta 2. bap. Dönemin karmaşık siyasal atmosferinde, görünüşte sıradan bir doğum gerçekleşir. Ancak bu doğum, hem kutsal metinleri bilenler hem de gökyüzünü gözleyenler için sıradan değildir. Çünkü gökyüzünde bir işaret belirmiştir: yeni bir kralın doğduğunu haber veren bir yıldız.

“Şarktan (Doğudan) Yeruşalim’e yıldız falcıları geldi ve şöyle dediler: ‘Yahudilerin Kralı olarak doğan zat nerededir? Çünkü onun yıldızını şarkta gördük ve ona secde etmeye geldik.’” (Matta 2:2)

Bu noktada karşımıza yıldız falcıları, büyük olasılıkla Pers topraklarından gelmiştir. Onlar sadece astronom değil aynı zamanda teolojik bilgiye sahip kişilerdi. O dönemde gökyüzündeki olağanüstü olaylar, yeryüzünde önemli olayların habercisi olarak kabul edilirdi.

Yeni bir kralın doğduğunu gökyüzündeki bir işaretten anlayan bu bilginler, secde etmeye —yani sadece saygı sunmaya değil, bir nevi ibadet etmeye— geldiklerini belirtmişlerdir. Bu da doğan çocuğun yalnızca siyasi bir figür değil, manevi bir otorite olarak da görüldüğünü gösterir.

“Kral Hirodes bunu duyunca Yeruşalim’le birlikte büyük bir korkuya kapıldı.” (Matta 2:3)

Yeni doğan bir kral fikri, tahtını titizlikle koruyan Hirodes’i derinden sarsar. Sadece o değil, başkent Yeruşalim’in tamamı tedirgin olur. Çünkü bu tür söylentiler halkı kışkırtabilir, isyanlara ve Romalıların sert müdahalesine neden olabilirdi.

Hirodes hemen harekete geçer:

“Tüm başkahinleri ve kavmin yazıcılarını topladı ve Mesih’in nerede doğacağını sordu.” (Matta 2:4)

Bu sahne çok şey anlatır. Kutsal metinleri bilen din adamları, kralın emriyle bir araya gelir. Mesih’in gelişi, sadece yıldızlarla değil, önceden yazılmış peygamberlik sözleriyle de desteklenmiştir.

Ve şöyle cevap verirler:

‘Yahudiye’nin Beytlehem kentinde. Çünkü peygamber aracılığıyla şöyle yazılmıştır…’ (Matta 2:5)

İsa'nın doğumuyla birlikte başlayan ilahi plan, yalnızca Yahudi halkını değil, uzak diyarlardaki bilge kişileri de harekete geçirdi. Matta 2. bap, bu dönemin en dramatik olaylarını içerir: doğudan gelen yıldız bilginleri, Kral Hirodes’in korkuları, peygamberliklerin gerçekleşmesi ve “Masumların Katli” olarak bilinen trajedi.

"Yahudilerin Kralı olarak doğan kişi nerede?"

Bu soruyla Yeruşalim’e gelen doğulu bilginler, gökyüzünde bir yıldız görmüş ve onun izinden yola çıkmışlardı. Yeni doğan bir kralın gelişi, yalnızca teolojik bir beklenti değil; aynı zamanda göksel işaretlerle de desteklenen bir olaydı.

Kral Hirodes bu haberi duyunca Yeruşalim halkıyla birlikte tedirgin oldu. Hemen başkahinleri ve yazıcıları çağırarak Mesih’in nerede doğacağını sordu. Aldığı cevap netti:

"Yahudiye’nin Beytlehem şehrinde; çünkü peygamber şöyle yazmıştır:

‘Ey sen Beytlehem, Yahuda diyarı, Yahuda reisleri arasında en küçüğü değilsin; çünkü halkımı güdecek önder senden çıkacak.’" (Mika 5:2)

Sinsi Plan ve Bilginlerin Ziyareti

Hirodes, bilginleri gizlice çağırıp yıldızın ne zaman göründüğünü öğrendi. Ardından onları Beytlehem’e gönderirken şöyle dedi:

“Gidin ve çocuk hakkında iyi araştırın. Onu bulunca bana haber verin ki, ben de gelip secde kılayım.”

Oysa asıl amacı çocuğu öldürmekti.

Bilginler yıldızın rehberliğinde Beytlehem’e vardılar.

“Yıldızı görünce büyük bir sevinç duydular. Eve girip çocukla annesi Meryem’i gördüler, yere kapanarak ona secde ettiler. Hazinelerini açarak ona altın, günnük ve mür sundular.”

Bu üç hediye —altın (kral oluşunu), günnük (ilahiliğini) ve mür (çilesini/ölümünü)— sembolik anlamlar taşır.

Kaçış, Katliam ve İlahi Müdahale

Tanrı, bilginlere rüyada Hirodes’e dönmemeleri gerektiğini bildirince başka bir yoldan ülkelerine döndüler.

Aynı gece Yusuf da rüyada uyarıldı:

“Kalk, çocuğu ve annesini al, Mısır’a kaç; çünkü Hirodes çocuğu öldürmek istiyor.”

Yusuf hemen harekete geçti ve ailesiyle birlikte Mısır’a sığındı. Böylece Hoşea peygamberin sözü gerçekleşti:

“Oğlumu Mısır’dan çağırdım.” (Hoşea 11:1)

Hirodes ise bilginler tarafından aldatıldığını anlayınca öfkeye kapıldı.

“Beytlehem ve çevresinde, bilginlerden öğrendiği zamana göre, iki yaş ve altındaki tüm erkek çocukları öldürttü.”

Bu korkunç olay, tarihe Masumların Katli olarak geçti ve sanat tarihine Rubens'in tablosuyla kazındı.

Yeremya peygamberin sözleriyle bu trajedi şöyle anılır:

“Ramada bir ses işitildi: ağlayış ve figan. Çocukları için ağlayan Rahel teselli edilmek istemiyor, çünkü onlar artık yok.” (Yeremya 31:15)

Dönüş ve Yeni Bir Başlangıç

Hirodes’in ölümünden sonra Tanrı, Yusuf’a bir kez daha rüyada seslenir:

“Çocuğu ve annesini al, İsrail’e dön; çünkü çocuğun canına kastedenler öldü.”

Böylece İsa’nın ailesi, yeni bir başlangıç için yeniden yola koyulur.

Masumların Katliamı (Bruegel)


Kutsal Kitap’ta anlatıldığına göre, Kral Hirodes, doğuda gökyüzünde beliren bir yıldızın ardından gelen bilgelerden, gelecekte Yahudilerin kralı olacak bir çocuğun İsa’nın doğduğunu öğrenir. Bu haberle dehşete kapılan Hirodes, tahtını tehdit altında hisseder ve zalimce bir emir verir: Beytlehem ve çevresindeki tüm erkek bebekler katledilecektir.

Bu korkunç olay, sanat tarihinde en sarsıcı biçimde Pieter Bruegel tarafından resmedilmiştir. Bruegel’in “Masumların Katli” adlı eserinde, İsa’yı kurtarmaya çalışan annesi Meryem, yeşil elbisesiyle sade bir köylü kadını gibi tasvir edilir. Bu bilinçli seçim, kutsal olanla sıradan olanı iç içe geçirerek, ilahi olayları halkın yaşadığı dramla birleştirir.

Bruegel, tablolarında yalnızca dini hikâyeleri değil, içinde yaşadığı toplumun tüm katmanlarını ve ruh halini de yansıtır. Şiddet, korku, çaresizlik ve direnç onun fırçasında bir araya gelir. Bu tablo, yalnızca İncil’de geçen bir trajediyi değil; aynı zamanda sanatçının çağındaki zorbalığı, baskıcı yönetimleri ve sivil acıları da sembolize eder. 16. yüzyılda Hollanda’nın İspanyol işgaline karşı başlattığı Seksen Yıl Savaşları sırasında, Bruegel bu dini sahneyi kendi halkının dramıyla iç içe geçirir.

Karlarla kaplı kasaba, damlardaki buz sarkıtları, donmuş göletler… Tüm detaylar 1564–65 yıllarındaki şiddetli kışı yansıtır. Bu tablo, onun aynı dönemde yaptığı “Karda Avcılar” eseriyle benzer atmosferi paylaşır. Küçük Buzul Çağı olarak bilinen iklimsel soğukluk, sadece havayı değil, insanların iç dünyasını da dondurmuştur adeta.

Bruegel’in kompozisyonlarında figürler genellikle dağınık bir şekilde geniş alanlara yayılır; hiçbir karakter ön plana çıkmaz. Çünkü anlatmak istediği şey birey değil, toplumun tamamıdır. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi: baskı altında ezilen halk, kimliği olmaksızın sürüklenir, direnir ya da sessizce kabullenir.

Sanatçı, zamana karşı bir tanıklık sunar: Zulüm, çağlar değişse de değişmiyor.


İleri Okuma

  • İncil: Yeni Ahit. (2024). (1. baskı). Eskişehir: Dorlion Yayınları.

  • Aydın, G. (2020). Pieter Brueghel’in janr resimlerinde toplumun izleri. Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, 10(2).
  • Perowne, S. H. (2025, Nisan 29). Herod, king of Judaea. Britannica. https://www.britannica.com/biography/Herod-king-of-Judaea
  • Wikipedia. (n.d.). Herod the Great. In Wikipedia.
  • https://en.wikipedia.org/wiki/Herod_the_Great
  • Mevorach, D., & Rozenberg, S. (2013). Herod the Great: The King's Final Journey. The Israel Museum, Jerusalem. [13 Şubat – 5 Ekim 2013].
  • The Jewish History Resource Center. (2016, Ağustos 14). Herod and the Herodian Dynasty. Dinur Center for Research in Jewish History, Hebrew University of Jerusalem.
  • (Arşiv bağlantısı: Herod and the Herodian Dynasty Archived 2016-08-14 at the Wayback Machine)