İlk Vampir: Carmilla

Le Fanu'nun Vampir Edebiyatı

Sheridan Le Fanu’nun 1872 yılında kaleme aldığı Carmilla, ilk bakışta klasik bir vampir hikâyesi gibi duruyor. Issız bir şatoda geçen olaylar, geceleri ortaya çıkan bir yabancı, açıklanamayan hastalıklar ve tabii ki gotik atmosfer… Ama sayfalar ilerledikçe, bu hikâyenin yalnızca bir korku öyküsü olmadığını fark ediyorsunuz. Çünkü Carmilla, aynı zamanda bastırılmış duyguların, toplumsal beklentilerin ve kadın kimliğinin sınırlarını sorgulayan bir metin olarak öne çıkıyor.

Hikâye, Laura adındaki genç bir kadının anlatımıyla başlıyor. Laura, Avusturya’da babasıyla birlikte, toplumdan oldukça izole bir hayat sürüyor. Ziyaretçisi nadir, arkadaşı yok. Derken bir gün, yolda meydana gelen bir kaza sonrası gizemli bir genç kız olan Carmilla, onların evine misafir oluyor. Bu karşılaşma, Laura’nın hayatında bir dönüm noktası hâline geliyor.

Carmilla, ilk anda zarif ve içine kapanık biri gibi görünüyor. Ancak zamanla davranışları garipleşiyor. Gündüzleri neredeyse hiç ortalıkta görünmüyor, yemek yemeyi reddediyor, dini sembollerden uzak duruyor. Laura bu davranışlara rağmen ona karşı bir çekim hissediyor. Aralarında kolay açıklanamayan bir bağ kuruluyor. Laura bazen huzur buluyor, bazen de nedensiz bir şekilde tedirgin hissediyor. Özellikle geceleri gördüğü rüyalar ve sabahları hissettiği yorgunluk, bu misafirliğin düşündüğünden daha karmaşık olduğunu gösteriyor.

Carmilla’nın gelişiyle birlikte çevredeki genç kızlar da gizemli bir hastalığa yakalanmaya başlıyor. Doktorlar teşhis koyamıyor; herkes bunun bir tür sıtma olduğunu sanıyor. Fakat Laura’nın geceleri hissettiği baskı, rüyalarında duyduğu sesler ve bir gece annesinin silüetinden aldığı uyarı, işin aslında daha karanlık bir boyutu olduğunu düşündürüyor.

Hikâyede dikkat çeken bir diğer unsur da anlatının duygusal derinliği. Carmilla ile Laura arasındaki ilişki, basit bir misafir-ev sahibi etkileşimi değil. Laura, bu yeni tanıdığı kişiye karşı karmaşık hisler besliyor. Bir yandan ona yakınlık duyuyor, bir yandan da ondan uzak durma ihtiyacı hissediyor. Bu duygusal gelgitler, dönemin kadın rollerine dair sorular da doğuruyor. Laura, "iyi" bir genç kadın olarak itaatkâr, sessiz ve pasif bir hayat sürerken; Carmilla gizemli, özgür ve sınır tanımayan biri olarak görünüyor. Aralarındaki çatışma, aynı zamanda Viktorya döneminin kadına biçtiği rollerle de ilgili olabilir.

Le Fanu’nun hikâyesi, yalnızca bireysel düzeydeki bir korku hikâyesi değil. Aynı zamanda toplumun normlarına karşı bir sorgulama içeriyor. Kadınların bastırılmış arzuları, yalnızlıkları, farklılıkları ve görünmez olmak zorunda bırakıldıkları yönleri, bu hikâyede bir vampir figürüyle sembolleşiyor. Carmilla bir canavar mı, yoksa yalnızca farklı olduğu için dışlanan biri mi, bu sorunun yanıtı açık bırakılıyor.

Hikâyede İrlanda folkloruna dair izler de görülüyor. Carmilla’nın davranışları, bazı İrlanda efsanelerindeki banshee figürünü andırıyor. Gece gelen, ölümle bağlantılı kadın figürü burada vampir kimliğinde karşımıza çıkıyor. Ancak Le Fanu’nun Carmilla’yı sıradan bir kötü karakter gibi göstermemesi, onu daha ilginç kılıyor. Hikâyenin sonunda Carmilla yok ediliyor ama bu bir intikamdan çok bir “kurtuluş” gibi sunuluyor. Hem Laura için hem de Carmilla için.

Carmilla, alışıldık bir korku hikâyesi değil. Korkunun kaynağı sadece doğaüstü olaylar değil; aynı zamanda insanların içindeki çelişkiler, bastırılmış duygular ve yalnızlık da burada etkili. Çünkü içinde yalnızca vampirlik değil, insan ilişkileri, kimlik arayışı ve toplum baskısı gibi evrensel temalar da bulunuyor. Özellikle kadın karakterler üzerinden verilen bu hikâye, farklı olanın nasıl tehdit olarak algılandığını gösteriyor.