Kalbindeki Hayatım: Bir Kısa Hikâye
Aslında bir yalan rüya
Bu sabah uykumdan bir kâbusun dürtüsüyle terleyerek uyandım. Kolumun arkasıyla alnımı silip etrafımdakilere odaklanmaya başladığımda, her şey önceki günden farksız görünüyordu. Zorla başlayan uykular kâbuslarla bitiyor, aylardır yaşadığım bu masal ise gün geçtikçe soluyordu ve bu yavaş tempolu kayboluş sonsuza kadar sürecek gibiydi. Yaşadığıma bir masal diyorum çünkü düşüncelerime başladığım yatak bile birisinin beni içine hapsettiği bir rüyadan ibaret. Bir zamanlar bu rüyada tek değildim tabii. Her şeyine güzellikler vadedilerek dizilen bir yatak odasının içinde şu an olduğu gibi sadece ben yaşamıyordum. Çok gerçek görünen bu masalın baş karakteri, rolünü beğenmeyip erkenden gitmişti.
Yataktan kalktıktan sonra, kar gibi biriken tozun, eşyaların rengine hakim olduğu odadan çıkıp, kalan rüyaların ne hâlde olduğuna bakmaya gidecektim. Odanın kapısını açarken, hemen yandaki takvime göz ucuyla baktım. Yapayalnız kaldığım milat hâlâ olduğu yerde sayıyordu. 21 Herhangi Bir Ay 0001 bugünün tarihiydi, artık geçmiş takvimimize dönemeyeceğimize tamamen inandığım için geçen zamana üzülmüyordum. Her ne kadar öncekilere benzese de bugün içimde durgunluktan başka bir şey vardı, beni mutsuz uykumdan zorla uyandıran dürtü hâlâ kendini yerinde hissettiriyordu. Odadan çıktım, sesini kaybetmiş yaşlı merdivenleri yavaşça indim ve evin kapısına geldim. Kapının yanındaki pencereden ön bahçeye baktığımda rüyalar hâlâ canlıydı. Sonsuzluğa uzanan bahçede bitmeyen bir şenlik vardı. Ağaçlar, dallardan dallara uzanan ışıklar ile süslenmişti ve şenliğin misafirleri, bu ışıkların altında, güzel sözlerin yarattığı anıları canlandırıyorlardı. Birazdan, her gün yaptığım gibi, beraber inşa ettiğimiz bu bahçeye gelenlere tek tek selam verip onlara teşekkür edecektim ve onlar da benimle anılarını paylaşacaklardı.
Kapıyı açıp ayakkabılarımı giydiğimde dayanılmaz bir acıyı içimde hissettim. Girişteki merdivenlere biraz oturup bekledikten sonra rahatlamaya başladım ve derin nefeslerle ayağa kalktım. Güneş yavaş yavaş batıyordu ve şenliğin tam ortasında bir ateş yakılmıştı. Sağımdaki kamelyada oturan çifti gözüme kestirip yanlarına gittim. Bir erkek ve bir kadın, erkeğin giydikleri benimkilerin aynısı ve kadının kıyafetleri de çok tanıdık ama yüzleri artık seçemiyordum çünkü anılar her geçen kâbus ile birlikte biraz daha solup gidiyordu. Yaklaştığımda kendi aralarında konuşuyorlardı, kadın erkeğin omzuna yaslanmış, elini tutuyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Beni fark etmediler ve kadın konuşmaya devam etti. Sözler çok güzeldi, sabrı ve bağlılığı garantiliyordu. Biraz dinledikten sonra içimdeki dürtü yeniden kendini gösterdi, evin önündeki acıyı yeniden hissettim, güzel gelen sözler artık bana dokunamıyordu, hepsi birer çıra gibi, içimdeki bu dürtüyü harlıyordu. Kafamı çevirip gözlerimi kapattım, sözlerin sahteliği kafama kaynar su damlaları gibi işliyordu. Verilen her söz, aşılanan her güven bana neden bunca yalana rağmen burada olduğumu ve bu misafirleri beslediğimi sorgulatıyordu.
Biraz sonra sessizlik geri geldi, derin bir nefes alıp gözlerimi açtığımda bulanık iki yüz, karşılıklı oturmaya başlamış, bana bakıyorlardı, donup kalmışlardı. Birkaç geri adım attığımda bir şeyi fark ettim. Oturdukları kamelya, tepesindeki ağaç ve bu sahneyi tamamlayan gökyüzü bile derinliğini kaybetmişti.Kafamı sola eğip başka bir açıdan baktığımda ise gerçekten olan bitenden emin oldum. İki boyutlu bir resme bakıyordum. Yaklaşıp dokunduğum zaman bunun bir kağıt olduğunu fark ettim. Arkamı dönüp diğer misafirlere baktım, hâlâ hareket ediyorlardı. Kamelyanın karşısındaki ufak tepenin üstünde oturan çiftin yanına gittim, erkek yine benim gibi giyinmişti, kadın da tanıdık birine çok benziyordu. Ağzı, burnu ve gözü olmayan boş yüzleriyle beni selamladılar, yanlarına oturdum. Yine kadın konuşuyordu, erkeğin ellerini tutmuş, onu ne kadar arzuladığından, daha önce hiçbir zaman böyle hissetmediğinden bahsediyordu. Bu sefer kulaklarımı kapadım, duymamaya çalıştım. Böyle yaparken içimdeki dürtü yerinden kıpırdamıyordu. Biraz sonra erkek, oturduğu yerden kalktı, eksik suratıyla bana bakıyordu, yaklaşıp ellerimi tuttu ve zorla kulaklarımı açmaya çalıştı. Boğuşmaya başladık, o sırada kadın oturduğu yerde, olan biteni umursamadan uzakları izliyordu. Gücüm tükenip uğraşmayı bıraktığımda erkek kulağıma fısıldadı.
"Duy sana söylediği yalanları, vadedilen bu sahte hayatı duy. Bu bekleyişin hiçbir işe yaramayacak, bu hayat ne senin ne de onun olmayacak. İnancını bir yalana bağladın ve şimdi de iskelen yok, hiçbir zaman olmadı. Bırak artık.” Duyduklarım beynime işler işlemez içimde dayanılmaz bir acı çıkageldi. Acının şiddetiyle çığlıklar içinde kıvranmaya başladım ve tepeden aşağı yuvarlandım. Bir süre acıyla savaşmaya devam ettim ve en sonunda işkence sona erdi. Nefesimi toparlayıp ayağa kalktığımda, az önce kamelyada olanın bu tepede de olduğunu gördüm. Bütün sahne derinliğini kaybetmişti yine, kadın tepenin zirvesinde, arkası dönük beklerken erkek de tepenin sağ yamacına oturmuş, yorgun omuzlarının üstünden bana bakıyordu. Ağır adımlarla yürüyüp bahçenin ortasındaki ateşin yanına oturdum. Geriye kalan misafirler hâlâ hareket ediyorlardı. Hatırladığım anıları kafamda sarıp dururken tepedeki erkeğin dedikleri beynimde yankılanıyordu. Rüyalar artık daha fazla solamazdı, her gün sadece benim için çalışan bu rüyaların, benden başkasında bir yeri yoktu. Bu rüyada, bu anıları taşıyacak hiçbir gerçeklik yoktu. Anıları yaratan bu sözler sadece beni kandırmak için vardı ve beni kandırma işini yüklenen kimse yoktu artık. Dürüstlüğümün karşısında bir çocuk masalına inanamazdım, Bu gökyüzünün altında tek başımaydım ve belki de gökyüzünün arkasındaki karanlıkta başka bir dünya yaratılıyordu. Bu düşüncelerin gerçekliği, içimdeki dürtünün öfke olduğunu anlamamı sağladı. Kalktım ve bütün yüzsüz misafirleri tek tek selamlamaya gittim. Başlarda kadın konuştukça, öfke beni süründürüyordu ama gerçekliğini kaybeden her bir sahnede kontrolümü kazanıyordum. Sevgi, bağlılık, gelecek, övgü, iltifat, beklenti üzerine vadedilen her kelime, her cümle, her bakış biraz dinlediğim zaman ateş kusturacak kadar rahatsız ediyordu ve sonrasında bir resimden ibaret anılara dönüşüyorlardı.
Bütün rüyalar donmuştu ve bu kalbin içinde yapayalnızdım. Tepemdeki güneşten yanımdaki ağaca kadar her şey bir resimdi artık. Hareket eden bir ben, bir de ortadaki ateş vardı. Şimdi ne yapacaktım? Buradan sonsuza dek uzaklaşmam gerekiyordu ama gidecek hiçbir yer yoktu. Evin arka kapısından çıkıp gitmek aklıma geldi. Bahçenin ucundan eve doğru yürümeye koyuldum ama vardığımda evin de derinliğini kaybettiğini, sahte bir rüya olduğunu gördüm. İçimdeki dürtü yok olmuştu, sakince resimlere ve anılardaki yüzsüz misafirlere bakarken bir resmin hafifçe yırtıldığını, içeri rüzgar estiğini fark ettim. Kağıdın yırtık parçası, kontrolsüzce dalgalanıyordu. Yırtık parçayı tuttum ve bütün resmi, bir rüya olduğu anlaşılmayıncaya kadar parçalamaya başladım. Parçaladıkça içeri sızan rüzgar kuvvetleniyordu, geçebileceğim bir delik açıp arkadaki karanlıkta kaybolamazdım.Elimde bir yığın kağıt vardı şimdi ve yalan anıların çizdiği bir resim yanıp kül olmayı hak ediyordu. Bütün parçaları kucaklayıp ateşin yanına gittim ve bütün resmi tek seferde ateşin üstüne bıraktım. Hafife alınarak söylenen bütün sözleri sahibinin unutması gibi, bu koca kağıt parçası, küçük kamp ateşinin alevinde kül olup havaya saçılırken, bütün boş vaatler onun sesiyle kulaklarıma doldu. Küller soğudukça ses de kayboldu. Sonrasında bütün resimleri yırtmaya başladım, rüzgar gittikçe kuvvetleniyor ve beni bahçenin ortasına doğru itiyordu, kendimi bırakırsam ateşin içine doğru savrulurdum. Rüzgara karşı gelip yapmam gerekeni yaptım ve en sonunda yarattığımız evi de parçaladım. Ateşin etrafında bir yığın çöp, hak ettiğini bulmayı bekliyordu. Rüzgar ateşi güçlendirmişti. Tek tek bütün yalanların kül oluşunu izleyip çığlıklarını dinledim. Hepsi şimdi karanlık olan gökyüzünde, ateşin ışığıyla parlayarak süzülüyordu. Bir rüya bile ateşin gerçekliğine karşı gelemeden yok oldu. Sadece ben, küller ve ateş, karanlığın içinde öylece bekliyorduk. Rüzgar aman vermiyor, buradan uzaklaşmamı engelliyordu. Benim olmayan bu kalpte başıboş gezemezdim, benim olmayan hayatı yaşayamazdım, gerçekleşmeyecek güzelliklere kapılamazdım, yalanlara inanamazdım, rüzgara karşı yürüsem bile karanlıktan korkardım. Tek çare kendimi de yalanlarla birlikte küle çevirmekti. Amansız rüzgardan bir nefes içime çektim ve ateşin içine iki ayağımla da girdim. Tutuşan kıyafetlerimin içinde, bu sefer öfke yerine, hayal kırıklığıyla acı çekerken, bunu neden yaptığımı sorgulamaya başladım. Bu kalpte benim söylediklerimin yeri yoktu, benim mutluluklarımın rüyaları burada bulunamadı. Ben buradaydım ama bana ait olanı sokamadım, kendimi alevlere bırakmak zorunda olmazdım böyle olmasaydı, yanıp küllere karışmazdım onun dünyasında bir ideal olmak zorunda kalmasaydım. Çünkü o zaman o da burada kalırdı. Güçsüzleştikçe dizlerimin üzerine düştüm, yanıp yok olmak istemiyordum. Ellerimi havaya kaldırıp beni görmesini istedim ama o burada değildi. Hâlâ parçalara ayrılıp yalanlara karışmamıştım. Bunun sebebini fark ettiğimde ne kadar aptal olduğumu anladım, benim için hiçbir şey basit değildi ki, ben söylediğim hiçbir şeyi unutmamıştım ki. Sadece onları buraya getirememiştim. Yine de kendi yarattığım her şey benim kalbimde gerçekti ve bu yüzden ben yok olamayacaktım.
Çaresiz ellerim havadayken, yanan bedenimin dumanları yukarıdaki küllerle
karıştı, yeniden ısınan küllerin çığlıklarını duydum çatırdayan ateşin arkasından. Bu sefer farklılardı, dumanlarımın gerçekliğiyle karışan sahte küller çığlık çığlığa gerçekleri sıraladı:
Tutsaydın şimdi elimi, geride bıraktığımız rüyaların içinde yaşardık.
Tutsaydın şimdi elimi, belki buradan gider, daha iyi bir hayata uçardık.
Tutsaydın şimdi elimi, hiçbir hissi geride bırakmazdık.
Tutsaydın şimdi elimi, bu dumanların altında tekrar tanışırdık.
Ve ben hâlâ rüya görüyorum, hâlâ bekliyorum, hâlâ eminim, bu yalanları yaksam da sen gerçekliğinde sana ait olmayan bir hayatta yaşıyorsun.
Neden tutmadın elimi? Ben hiçbir zaman bırakmamaya söz vermişken.
Neden tutmadın elimi? Bu umut, senin bileceğinden çok daha büyükken
Ve ben, yalnız yatağıma yattığımda, yarın hayatta uyanacak mıyım?
Çığlıklar zamanla sessizliğe gömülüp sönmeye yüz tutan ateşi terk ettiklerinde bedenim hâlâ dizlerinin üstünde, elleri havada, köz olmuş soğuyordu. Ben ise onu yukarıdan izliyordum. Şu an gördüğün şey ise, benim hiçbir zaman görmeni ummadığım parçamdı, ama bunu sen yarattın. Bu, kalbindeki hayatımdı.