Kitabın Yarısı Yok: Never Let Me Go (2010)

Yüz dakikalık hayal kırıklığı

Kazuo Ishiguro’nun aynı adlı romanından uyarlanan Never Let Me Go, 2010 yılında Mark Romanek yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarıldı. Film, Carey Mulligan, Andrew Garfield ve Keira Knightley gibi güçlü oyuncuları bir araya getiriyor ve genel olarak eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldı; özellikle oyuncu performansları övgü topladı. Romanın kasvetli ve dokunaklı atmosferini görsel olarak başarıyla yansıtan yapım, ilk bakışta edebî kaynağına sadık, zarif bir uyarlama izlenimi veriyor. Ancak bu sadakat, her zaman romanın derinliğini tam anlamıyla aktarabildiği anlamına gelmiyor. Aşağıda, öncelikle filmin sinemasal açıdan güçlü yönlerini ele alacak, ardından da uyarlamanın kitabın derinliğini ve etkileyiciliğini yakalayamadığı noktalara değineceğiz.

Never Let Me Go’nun en parlak yönlerinden biri, başrol oyuncularının etkileyici performansları. Kathy, Tommy ve Ruth karakterlerini canlandıran Carey Mulligan, Andrew Garfield ve Keira Knightley üçlüsü adeta parlıyor; özellikle Mulligan, romandaki pasif görünen Kathy karakterine beklenmedik bir derinlik katmayı başarıyor. Üç oyuncu da karakterlerinin duygusal çelişkilerini ve masumiyetini incelikle yansıtıyor. Nitekim film, eleştirmenlerce de oyunculukları sayesinde övgü aldı ve Mulligan bu rolüyle En İyi Kadın Oyuncu dalında ödül kazanırken Garfield ile Knightley yardımcı rol kategorilerinde adaylıklar elde etti. Duygusal olarak zorlayıcı sahnelerde dahi abartıya kaçmayan oyunculuklar, hikâyenin hüznünü ve kırılganlığını izleyiciye geçirebiliyor.

Filmin atmosferi ve görselliği de öne çıkan bir diğer artısı. Soğuk İngiliz kırsalında geçen sahneler, iç burkan bir güzellik ve sakinlik içeriyor. Romanek ve görüntü yönetmeni Adam Kimmel, pastel tonlar ve sade kompozisyonlar kullanarak hikâyenin melankolik ruhunu başarıyla yakalamışlar. Örneğin terkedilmiş bir teknenin kumsaldaki görüntüsü gibi kareler, tekinsiz bir güç ve kalıcı bir etki bırakıyor. Never Let Me Go, biçim olarak bir bilim kurgu öyküsü anlatmasına rağmen, geleceğin distopyasından çok karakterlerin insani deneyimlerine odaklanıyor. Bu sebeple filmde bilimkurgu unsurları geri planda, atmosfer ise adeta 1970’lerin sonu ile 1980’lerin başındaki durgun bir zaman diliminde sıkışıp kalmış hissi veriyor. Rachel Portman’ın müzikleri de görsel tonlamayla uyum içinde; minimal ve içe işleyen ezgiler, filmin hüzünlü havasını tamamlıyor.

Mark Romanek’in yönetmenlik yaklaşımı, filmin en büyük silahlarından biri. Romanek, hikâyeyi büyük melodramlara başvurmadan, sakin ve ölçülü bir üslupla anlatmayı tercih etmiş. Bu sadelik anlayışı, filmi içten içe sarsıcı kılan bir unsur olarak görülebilir. Nitekim bazı eleştirmenler Never Let Me Go’yu “insanlığa dair muhteşem ve kışkırtıcı bir bakış” olarak nitelendirirken, filmin sabırlı ve ağırbaşlı tonuna dikkat çekmişlerdir. Filmin temaları bağırarak değil, fısıldayarak iletilir; duygular yüksek sesle ifade edilmese de yönetmenin bu bilinçli geri çekilişi, izleyicide belli belirsiz bir sızı bırakmayı hedefler. Romanek’in müzik videolarından gelen görsel becerisi ve One Hour Photo gibi önceki işlerinden edindiği anlatım disiplini, Never Let Me Go’da incelikli bir sinemasal dil olarak kendini gösteriyor. Sonuç, kimilerine göre ağır tempolu olsa da, alt metninde hayatın kısalığına dair güçlü bir hatırlatma taşıyan, zarif bir film.

Ne var ki Never Let Me Go filmi, tüm bu güçlü yanlarına rağmen romanın derinlik ve vuruculuk düzeyine erişemiyor. İlk önemli eksiklik, karakterlerin iç dünyalarının sınırlı biçimde yansıtılması. Ishiguro’nun romanı Kathy’nin birinci tekil şahıs anlatımıyla, karakterlerin zihnindeki fırtınaları ve bastırılmış duyguları detaylıca okura hissettiriyordu. Film ise bu iç sesin büyük bölümünü dışarıda bıraktığı için, karakterlerin motivasyonları ve hisleri yeterince derinlik kazanmıyor. Eleştirmen Ed Gonzalez’in vurguladığı gibi, filmde karakterlerin eylemleri romandaki kadar garip derecede şartlanmış hissiyatı vermiyor ve öğretmenlerle öğrenciler arasındaki etkileşimler de kitaptaki acaba bize gerçekten ne düşünüyorlar gizeminden tamamen yoksun kalıyor. Eserdeki kahramanların kaderlerini kabulleniş biçimleri ve bu kabullenişin altında yatan çatışmalar, sinema uyarlamasında ancak yüzeysel olarak temas edilen unsurlar haline geliyor. Sonuç olarak, romanda sayfalar boyunca iç dünyalarına tanık olduğumuz Kathy, Tommy ve Ruth, filmde daha mesafeli ve çözülememiş karakterler olarak kalıyor.

Bir diğer zayıflık, hikâyenin barındırdığı etik ve felsefi sorunsalların filmde neredeyse hiç sorgulanmaması. Roman, alt metninde insan ömrünü uzatma uğruna bazı bireylerin feda edilmesi gibi son derece rahatsız edici bir gerçeği okurun önüne serip, bu durum karşısında neden kimsenin başkaldırmadığı sorusunu zihinlere yerleştiriyordu. Oysa uyarlama film, bu ahlaki soruları yüksek sesle dile getirmekten kaçınıyor. Hatta filmin başında ekrana verilen birkaç satırlık metinle alternatif gerçeklik hemen açıklanarak izleyiciye bir nevi “merak etme, bu bizim dünyamız değil” deniyor ve izleyicinin sarsıcı bir keşif yaşamasının önüne geçiliyor. James Berardinelli gibi eleştirmenler, filmin klon karakterlerin toplum içindeki konumları veya insanlıkları hakkında derinlemesine bir sorgulamaya girmediğini, bu meseleye yeterince ilgi göstermediğini belirtmiştir. Marshall Fine da film için nihayetinde ne hakkında olduğunu asla dile getirmeyen, ya da en azından konusuyla ilgili derin düşünceler uyandırmaya yetmeyen, durgun ve ruhsuz bir hikâye yorumunu yapmıştır. Gerçekten de Never Let Me Go’nun film versiyonu, romanın altını çizmeden bıraktığı etik ikilemleri izleyicinin kucağına bırakmak yerine, olayları yüzeyde takip etmeyi seçiyor. Bu da filmin, konusunun içerdiği toplumsal eleştiriyi ve “insan hayatının değeri” gibi soruları gerektiği kadar düşündürtmediği anlamına geliyor.

Tüm bu nedenlerle, romanı okuyan pek çok izleyici filmden beklediğini bulamamış olabilir. Ishiguro’nun kaleminde son derece sarsıcı olan kaybolan çocukluk, kaderin kabullenilişi ve sevgiyi yitirme temaları, filmde ancak kısmen hissediliyor. Film kesinlikle güzel ve hüzünlü; görüntüler, müzikler ve oyuncular tek tek bakıldığında etkileyici. Ne var ki birçok izleyici için film bittiğinde bir şeylerin eksik kaldığı duygusu yoğun olabilir. “Bir şeyler eksik” eleştirisi, uyarlamanın en can alıcı yönünü özetler nitelikte. Romanın hayranları, karakterlerin iç sesi ve hikâyenin ahlaki derinliği olmadan filmin, kitabın bıraktığı izlenin gölgesinde kaldığını hissedebilir. Sonuç olarak Never Let Me Go filmi, edebi kaynak materyalinin atmosferini ve yüzeysel dokusunu yakalasa da, kitabın okurunda uyandırdığı derin etkiyi perdeye tam anlamıyla taşıyamayan, güzel fakat tatmin edici olmaktan uzak bir uyarlama olarak kalıyor.