Kötülük ve İyilik Üzerine Felsefi Bir Deneme
Kötülük ve İyilik Problemi
İyilik ve kötülük mutlak olarak tanımı yapılmayan ve herkesin kabul ettiği kavramlar değillerdir. Özellikle kötülük kavramını ele aldığımızda bireyden bireye farklılık göstermektedir. Kötülük sorunu ise, tarih boyunca, insanlığın kesin bir sonuca varamadığı ve birçok tartışmanın nedeni hâline gelen bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefe başta olmak üzere sanat, edebiyat, kültür gibi birçok alanda kendini göstermektedir. Bu bağlamda da felsefecilerin ilgisini çeken bir konu haline gelmiştir. Asıl odaklanmamız gereken nokta kötülük diye bir hakikat var mıdır? Bu soru kötülüğün doğasını, ve varlık biçimini anlamaya yönelik daha derin bir sorgulamayı gerektirir. Kötülük, mutlak bir gerçeklik mi yoksa insan algısının ve değer yargılarının bir ürünü müdür? Bu soruya verilecek yanıt, kötülüğün ontolojik, epistemolojik ve etik yönleriyle ele alınmasını gerektirmektedir. Eğer kötülük bir hakikatse, onun bağımsız bir varoluşa sahip olması gerekir. Peki, kötülük kendi başına var olan bir şey midir, yoksa yalnızca iyiliğin yokluğu olarak mı tanımlanmalıdır?
Platon ve Aristoteles gibi filozoflar, kötülüğün bağımsız bir varlık olarak değil, iyiliğin eksikliği veya yozlaşması olarak anlaşılması gerektiğini savunmuşlardır. Plotinus'un "kötülüğün varlıkta değil, varlıktan uzaklaşmada" bulunduğu fikri de bu düşünceyi destekler. Bu görüş, kötülüğün tıpkı karanlığın ışığın yokluğu gibi, iyiliğin yokluğu olduğunu öne sürer. Eğer kötülük, ışığın yokluğu gibi sadece bir eksiklikten ibaretse, onun hakikat olarak tanımlanması zorlaşır. Ancak, kötülüğü yalnızca bir eksiklik olarak görmek, dünyadaki acı, zulüm ve şiddeti yeterince açıklayabilir mi? Modern filozoflardan bazıları, kötülüğün salt bir eksiklik değil, aktif bir güç ya da dinamik bir süreç olduğunu ileri sürer.
İyi kavramına bakıldığı zaman arzulanmaya değer olan, doğasına, varoluşuna ait olan amacına göre olan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bazı filozoflar, bu sınırlı bilgilerin dışında, iyinin ne olduğunu farklı şekillerde dile getirmiştir. Elbette ki, her filozof kendi perspektifinden dışarıya bakarak, bu iyi kavramını, tanımlamaya gitmiştir. Örneğin, Aristoteles’e göre iyilik, eudaimonia (erdemli yaşam ve mutluluk) ile ilişkilidir. Ona göre iyilik, insanın doğasına uygun olarak en yüksek erdemi gerçekleştirmesiyle ortaya çıkar. Aristoteles, Nikomakhos’a Etik adlı eserinde şöyle der:
"İyi, her şeyin peşinde olduğu şeydir."
Kötülük ise; beğenilmeyen, kıymetsiz olan, işe yarar olmayan, özellikleri bakımından aşağı görülen bir kavram olarak ele alınmaktadır. Kötü olmayan bir şey, doğrudan iyi olarak kabul edilemez. Evet, iyi olan bir şey kötü değildir; ancak yalnızca kötü olmamak, onu direkt olarak iyi yapmaz. Peki, bir şeyin iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesini sağlayan ölçütler nelerdir? Bu değerlendirme, hangi bağlama, kime veya neye göre şekillenir? Kötülüğü kötü yapan şey, onun doğasında mı bulunur, yoksa belirli bir ahlaki, toplumsal veya çevresel bir perspektif içinde mi anlam kazanır?
Kötülük kavramı iyilik kavramında olduğu gibi filozoflar arasında çeşitli anlamlara gelmektedir. Marquis de Sade’a göre kötülük, doğanın ayrılmaz bir parçasıdır ve ahlaki normlarla yargılanamaz. Sade, geleneksel ahlak anlayışına karşı çıkarak, insanın doğal içgüdülerinin bastırılmaması gerektiğini savunur. Ona göre, kötülük doğanın işleyişinde temel bir güçtür ve insanın doğasında zaten vardır.
Sade’ın düşüncesinde, erdem ve ahlak kuralları toplumun baskıcı yapıları tarafından inşa edilmiş yapay kavramlardır. Bu yüzden kötülük, yalnızca belirli sosyal ve dini kurallar çerçevesinde anlam kazanır. Ancak doğa açısından bakıldığında, hiçbir şey mutlak anlamda kötü değildir; her şey güç ve haz arayışına dayanır.
Sade için kötülük, bireyin arzularını sınırsızca tatmin etmesiyle özgürlüğe ulaşmasının bir aracı olabilir. Ancak bu bakış açısı, modern etik ve hukuk anlayışına oldukça aykırıdır ve tarih boyunca büyük tartışmalara yol açmıştır.
Sade’ın bakış açısını göz önünde bulundurduğumuzda, kötülüğün ve iyiliğin mutlak kavramlar olmadığı, aksine toplumsal normlar ve bireysel arzular çerçevesinde şekillendiği görülür. Eğer kötülük, doğanın bir parçasıysa ve insanın içgüdüleriyle uyumluysa, o halde iyilik de yalnızca bir karşıtlık olarak mı vardır? Yoksa iyilik, gerçekten bağımsız bir değer midir?
Sade’ın radikal düşüncesine karşılık, birçok filozof iyiliği toplumsal düzenin ve insan doğasının temel unsuru olarak ele alır. Örneğin, Aristoteles’e göre iyilik, erdemli yaşamla; Kant’a göre ise evrensel ahlak yasasına uygun olmakla ilişkilidir. Buna karşın Sade, ne iyiliğin ne de kötülüğün ahlaki çerçevede mutlak bir anlam taşıdığını kabul eder; bunları yalnızca doğanın işleyişinin farklı yönleri olarak görmektedir.