Medusa’nın Salı: Dev Bir Tuvalde Devletin Yüzüne Tutulan Ayna
"Devrime sırtını dönmüş her ülke Medusa'dır. Ve her Medusa hikayesinden geriye derme çatma bir sal ve sala sığınmış biçare bir halk kalır."
“Bu tablo bir ceset değil, bir protestodur.”
— Fransız sanat eleştirmeni Étienne-Jean Delécluze, 1820’lerde.
Düşünsene, koca bir tablo var. İlk bakışta kaotik, karanlık ve keder dolu. Ortada bir sal, üzerinde paramparça olmuş bedenler, umutla uzaklara el sallayanlar, cesetler, çıplaklık, sefalet… Ama her şey çok “gerçek”. Hani bir tabloya bakarsın ve şöyle düşünürsün ya: “Bu bir şey anlatıyor ama ne?”
İşte bu tablo her şeyi anlatıyor. Hem de öyle bir anlatıyor ki, dönemin yöneticileri bu tablonun sergilenmesinden bile rahatsız oluyor. Çünkü gerçek rahatsız eder.
Bir Geminin Batışıyla Başlayan Büyük Skandal
1816 yılında Fransa, Senegal'e bir gemi gönderiyor: Medusa Fırkateyni. Sömürgecilik devrinin tam ortasındayız. Afrika kıyılarına gemiyle gidiliyor, çünkü oralara “medeniyet götürülüyor(!)”.
Ama işin iç yüzü şu: Gemiye kaptan olarak atanan kişi, yetenekli biri değil. Siyasi olarak krala sadık, o kadar. Yani liyakat falan hak getire. Kaptan hatalı rota çiziyor, gemi batıyor. 400 küsur yolcudan 147'si, uyduruk bir salın üstünde hayatta kalmaya çalışıyor. Salda yiyecek yok, su yok. 13 gün boyunca denizin ortasında birbirlerini yiyerek (gerçek anlamda) yaşamaya çalışıyorlar. Ve sonunda sadece 15 kişi kurtulabiliyor.
Şimdi bak burası çok önemli: Bu olay, Fransa’da çok büyük bir skandal yaratıyor. Çünkü halk şunu fark ediyor:
“Sömürgecilik politikası, halkın canına mal oluyor. Hükümet yalan söylüyor. Yetkili dediğin kişi beceriksiz ama saraya sadık diye orada.”
Sanatçı Gericault Sahneye Giriyor
Theodore Gericault bu yaşananlardan çok etkileniyor. Ama sadece “vay ne kötüymüş” diye düşünmüyor. Oturup devasa bir tablo yapmaya karar veriyor. Yaklaşık 5 metreye 7 metre. Yani küçük bir duvarı kaplayacak kadar büyük.
Ama ne anlatıyor bu tuval?
İçinde ne tanrılar var, ne savaş kahramanları ne mitolojik hikâyeler. Hayır.
Sadece çaresiz insanlar var. Cesetler var. Kan var. Acı var. Ve ufukta bir gemi. Uzakta. Belki onları kurtaracak. Belki de değil.
Ve tablonun üst kısmında, iki adam ellerini havaya kaldırmış, birine sesleniyorlar. Umut var ama çok az. Ve biz, izleyici olarak, o sala bakarken aslında sadece onları değil… kendimizi izliyoruz. Çünkü o salda kim var?
Halk. Biz.
Ve o uzak gemi kim?
Devlet. Güç.
Ama işte hep biraz “geç” kalıyor…
Restorasyon Fransa’sında Bu Tablonun Yarattığı Deprem
Şimdi biraz döneme bakalım. Fransa’da Napolyon devrilmiş, yerine eski monarşi geri gelmiş. Yani “biz halk için varız” diyen imparatorluk gitmiş, yerine “bizim için halk var” diyen aristokrasi dönmüş.
Sansür var. Muhalif sesler susturuluyor. Böyle bir dönemde çıkıp da “hükümetin beceriksizliğinin sonuçları işte burada!” diyen bir tablo yapmak cesaret işi.
Gericault resmi yaparken gazetecilerle, kurtulan denizcilerle görüşüyor. Cesetlerin pozunu doğru çizmek için ölü bedenleri inceliyor. Hatta arkadaşları, model olarak ona poz veriyor. Yani bu tablo sadece boya ve tuval değil. Gerçek bir araştırmanın, duygunun ve isyanın sonucu.
Ve sergilendiğinde? E tabii yer yerinden oynuyor.
Kimisi diyor ki:
“Bu ne biçim sanat! Böyle karamsar şeyler sergilenir mi?”
Ama halkın büyük bir kısmı tabloyu çok etkileyici buluyor. Çünkü ilk kez kendilerini bir sanat eserinde görüyorlar. Bu, saray için yapılmış bir sanat değil. Bu, sokaktaki insanın hikayesi.
1830 Devrimine Giden Yolda Sanatın Yaktığı Kıvılcım
Gericault bu tablonun taşlarını döşediği yolun devamında Delacroix geliyor. Hani o “Halka Yol Gösteren Özgürlük” tablosu var ya, kadının elinde bayrak, yanında ölüler, barikat falan?
İşte o da bu damardan çıkıyor.
1830’da halk isyan ediyor. Monarşiye karşı ayaklanma başlıyor. Sanat artık sadece süs değil. Bir isyan dili, bir haykırış aracı. İnsanlar duvarlarda gördükleriyle sokağa çıkıyorlar.
Sanat, devrim yapmıyor belki. Ama devrimi çağırıyor.
Peki Bugün? Medusa’nın Salı Hâlâ Bize Ne Diyor?
Bize çok şey diyor. Çünkü Medusa’nın salı hâlâ denizlerde. Akdeniz’de batan mülteci tekneleri, “yardım yolda” denilerek bekletilen canlar…
Hepsi o salda oturuyor.
Sömürgecilik bitti mi? Hayır. Şekil değiştirdi. Eskiden fiziksel topraklar işgal ediliyordu, şimdi ekonomik bağımlılıklar, politik manipülasyonlar var.
Ama sonuç aynı: insanlar çaresiz.
Ve sistem, onları izliyor.
Uzaktan.
Soğukça.
Bugün sanatçılar bu tabloyu tekrar tekrar yorumluyorlar.
• Mültecilerle ilgili sergilerde yeniden çiziliyor.
• Sosyal medyada siyasal karikatürlere konu oluyor.
• Akademide hala politik sanatın mihenk taşı olarak anlatılıyor.
Medusa’nın Salı, Hâlâ Sürükleniyor
Evet, o sal hâlâ sürükleniyor.
Belki biz de içindeyiz.
Ama artık farkındayız.
Gericault gibi biri çıkıp, “Bakın gerçek bu!” dediğinde, bu sesi duymak daha kolay. Çünkü onun cesareti, sonra gelenlere yol açtı.
O tabloyu izlerken sadece bir resme değil…
Bir isyana, bir itiraza, bir gerçeğe bakıyorsun.