Orda Bir Şehir Var Uzakta: UZAK ŞEHİR

Uzak Şehir 21. Bölüm Dizi Yorumu

Başta herkesin övdüğü ve "İzle!" diye direttiği diziler vardır. İzlemezsin fakat aklın hep oraya kayar. İzlesem mi diye arada elin gider. Ve bir an gelir ki, ilk bölümünü izler ve bir daha bırakamayacağını düşünür. Ben de "Uzak Şehir" dizisine böyle başladım. İlk on bölümüne dair fikrim dahi yokken oturup ilk bölümde devam etme isteği duydum. Tüm bölümleri de son bölüme dek izledim. 12. bölümden itibaren de yayınlandığı gün izlemeye devam ettim.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki profesyonel senaristlik deneyimim olmadı fakat edebiyat bölüm mezunuyum ve 8 senedir aktif olarak çeşitli mecralarda yazarlıklar yaptım. Kurgu oluşturmanın dinamiklerini ve zorluklarını da az çok biliyorum. Uzak Şehir zaten "Al-Hayba" isimli Lübnan dizisinden uyarlamaydı. Tabi ki ilk bölümlerin aile içi ilişkileri ve yaşanan iç/dış mekanlar da buna göre düzenlendi. Kanada'da oğlu ve eşiyle mutluyken, eşi bir kazada ölen Alia/Alya'nın vasiyet üzerine; eşinin hiç görüşmediği ailesinin topraklarına cenaze için gelmesi ve eşinin kardeşi Jabal/Cihan ile oğlunu korumak için yaptığı evlilik... Alışık olmadığı geleneksel bir ailede, Kanada'dan gelen modern bir doktor kadının yaşadıkları... Uyarlama konusu ilgi çekiciydi fakat uyarlamanın en iyi şekli olanı bize uygun tasarlayıp devam ettirebilmektir. Bunu dinamiklerini de dizi senaryosunu kanala sunmadan önce oluşturmanız gerekir. Sözleşmeler ilk 13 bölüm üzerine kurulsa bile senaristler ilk 26 bölümü bile yazmış ve oyunu baştan kurmuş olmalılar. Bunu hangi bilgime dayanarak söylüyorum?

Yıllardır gerek Türk televizyonu gerekirse Amerikan, Hint ve Kore dizilerini izleyerek büyümüş biriyim. Türk televizyonunun reyting sistemi ve yurt dışı satışlarından kâr etme isteği, senaryonun orjinalliğinin önüne geçiyor. Kore dizileri bu konuda en mantıklı senaryoya sahip, Netflix'e 12 bölümlük dizi çekilmiş. Dizi baştan sona kendi dinamiklerini bozmadan ilerliyor. Entrika unsuru yok. Sadece merak ve gizem. Bu da kendini gayet izletiyor. Bizde tam tersi dizi daha da tutsun diye uzatalım, entrika da katalım. (Tüm senaristlere duyurum, seyirci diziyi bozmanızdan ve ilk bölümlere hasret yaşamaktan bıktı.)

Türk televizyonundaki hata, dizi tutsa da tutmasa da bir entrika unsuru ekleme isteği. Çok güzel bir reytingle ve konuyla başlayan dizimiz de bundan nasibini aldı. Burada beni bir izleyiciden çok dış göz veya yazar olarak görüp okursanız sevinirim. Alya başı dik, lafı "evelemeden gevelemeden" dümdüz söyleyen, korkusu yok, cesareti çok bir karakter olarak tanıtıldı. Cihansa liderlik dahil her konuda ağabeyine güvenerek büyüyen fakat aslında aşiret lideri olması için hazırlanmış, baskıyla ve sevgisiz büyümüş bir adam. Babasının vefatından sonra abisi de yurt dışında olunca, aile reisliğini istemeyerek de olsa üzerine almış biri. Merhametli ve yapıcı biri olmasına rağmen dışarıya keskin duvarlar örmeye mecbur bırakılmış.

İlk bölümlerde kendi kalesini korumaya çalışan iki farklı insan görüyorduk. Alya oğluyla kurduğu dünyayı bozmama derdindeydi, Cihansa ailesinin ve aşiretinin güvenliğini... Ancak yolları kesiştikçe yaralarının yüzeysel olmadığını derinden geldiğini gördükçe birbirlerini merak etmeye, meraklarını giderdikçe birbirlerini anlamaya başladılar. Aynı sevgisizlikle yaralanmış ve Deniz'e bunu hissettirmeden büyütmek için çabalayan iki yetişkin ebeveyne evrildiler. Bu evrim sırasındaysa karakterler kendi özelliklerinden koparak uzaklaştı ve bambaşka insanlara evrildiler.

Alya Cihan'a aşık oldukça susan, Sadakat gibi kendini bilmez birini bile sineye çeken birine; Cihan ise sözü ne Şahin'e ne Sadakat'e geçmeyen, Nare'yi "Sen evlisin buralarda namusun dillere düşer. Boşanınca seni Şahin'e usulüyle vereceğim." diyerek durduramayan ve Alya için gerekirse aşiretinden vazgeçecek birine evrildi.

Sadakat'e ayrı şaşkınım, onca sene Boran Ecmel'in kanından diye Cihan'ı liderliğe hazırla sonra adam bir hamle yapınca "Benim sözümü çiğniyorsunuz." de. Hanımağaysan oğlunu rahat bırak ve aşiretini sen yönet. Hanımağa değilsen ve oğlun ağaysa da sen onun sözünü çiğnemekten vazgeç. Fikriye'ye hak verdiğim tek konu, Sadocum hakkında söyledikleri. Sadakat ergen değil, kadın gerçek bir "Huzursuz ruh". Aklındaki tilkilerin kuyruğu birbirine değmiyor. Kadın sürekli "Aşiretim vah, ailem vah!" diye hop oturup hop kalkıyor. Cihan'a aşireti yönet diye emirler yağdırıyor. Buna rağmen kimin kiminle evleneceğine bile kendisi karar vermek istiyor.

Sadakat ailesine reislik taslayacağına çıksın esnafa hanımlığını göstersin, şikayetleri var mı dinlesin. Köyün kadınlarını toplayıp köylerde ev yapımı yemeklerle, el yapımı örgülerle kermesler düzenlesin. Yardımlar yapsın, çocukları toplu sünnet ettirdiği gibi azıcık da hayırlara vesile olsun. Biz de o zaman evdeki ağırlığını koyma çabasına gülmeyelim. Çatıdan baykuş gibi milleti süzmekle hanım olunmuyor ağam.

Önce senaristin şurda bir karar vermesi gerek: Sadakat mi Cihan mı lider? Evde kimin sözü geçecek? Al-Hayba'da Sadakat yaşını başını almış, yaşayacağını yaşamış ve oğullarına güvenen bir anne ve Jabal'ı rahmetli babası kadar güçlü görürken; Türk versiyonunda Sado, Cihan'ı asla umursamıyor. Çocuklarının ve emrindeki herkesi kendi piyonu olarak kullanıyor. Bu entrika uzadıkça da Cihan "Tamam anne, sus anne, ben halledecem anne. Benim sözümü çiğnersen torununa hasret kalırsın anne." repliklerinde takılıp kalıyor. Sen ki bir kadın olarak aşiret lideri seçtiğin oğlunun yanında, karısına gidip" Anan seni başkalarına peşkeş çekti mi?" diye soracaksın. O da "Sus anne napıyorsun?" diyecek. Ecmel Alya'yı Şahin'e verir dedikten sonraki yumruğu atması gereken yerde -Alya incinirken- atmadıysa, kıskançlığının bende zerre önemi yok.

Alya ve Cihan'ın ilişkisi başka ilmek ilmek işlenecek zannettim. Hatta hepimiz zannettik. Baştaki o sinirli ama tutkulu tartışmalar gitti, yerini birbirini tanıyıp dertleşen CihAl aldı dedik. Onu da kabul ettik, sonuçta birbirlerini derinden tanımadan sevemezlerdi. Ne o tutku kaldı ne de bir ilerleme var. Alya Boran'ın Ecmel'den olduğunu öğrendi engel kalmadı, Cihanla kan bağları yok dedik. Olaylar yine vasıfsız, alkolik, kendi evladına hayrı olmayan ama hamileyim diye karnı çıkmadan karnını tutan Mine'nin etrafında dönüp duruyor.

Senariste ikinci sorum, Mine'nin yurt dışındaki evladına analık yaptığını mı gördük? Kaç bölümdür Cihanla aynı odaya bile girmeyen ve üzüntüden alkolü elinden bırakmayan kadına hamilelik yazmak nasıl bir mantık? Bu bebeği de kendisi için kullanıyor. Bebeğin başkasından olması umrumuzda değil, bir süre CihAl'in olmayan arasını bozmasına tahammül kalmadı. 20 bölümdür ne CihAl evli gibi yakınlaşabildi ne de Mine gidebildi. Uzattıkça tadı kaçıyor. Alya'ya zarar verip Cihan'ın yüreğini ağzına getirmeyecekse bizim için dizide Mine sahne zaplamalık boş karaktere dönüştü.

Nare, Alya'ya karşı akıllı ve anlayışlı kardeş gibi yazılırken neden konu Şahin'e gelince aklını kaybediyor? Sen Albora'nın iki kızından (Zerrin ve Nare) birisin. Hiç mi sonuçları düşünmüyorsun? Ne Sadakat'in Özkan'a Nare'yi yamamasını ne de Nare'nin fırsat buldukça Şahin'e kaçmasını desteklemiyorum. En doğrusu Cihan'ın fikri, Nare Özkan'dan boşanacak. Şahin'e usülüyle telli duvaklı gelin olacak. Gerekirse ailelerin dayatmalarından uzak olsunlar diye kendilerine yeni ev döşenecek ve iki aileden de uzak bir hayat sürecekler. Başka türlü ikisi de mutsuz yaşayacak.

Çekim ekibi ve kurgucu da çok özensiz. Kameramanlardan biri sürekli çekerken kamerayı hareket ettirip titretiyor. Kurgucu Mine gibi aileye ve hikayeye katkısı olmayan karakter sahnelerini gereksiz uzatıp CihAl'in en önemli (Seyirciye fragmanda verilen) sahnelerini kesip biçiyor. Uğur bile Mine'den daha çok hikayenin içinde. En azından Ecmel'e söyler diye oturup kalkıp heyecanlanıyoruz. Ben Ay Yapım'a ait Yargı dizisini 3 sezon izledim. Belirli kişiler hariç tüm ekip işini severek yapıyordu. Mardin'de çekilen başka diziler de izledim. Mardin uzak ve zor bir çekime sebep olabilir ama işini iyi yapmak isteyen her yerde yapar.

Al-Hayba'dan alıp hikayeyi 13 bölüm ilerletmek kolay. Hikayeyi Türk kültürüne ne kadar uyarlayabildiğin (Sünnet düğünü güzeldi mesela), karakterlerin huylarını ve kendi kişiliklerini kaybetmeden aşık olabilecekleri, tek zaaflarının birbirlerine olan aşkları ve tutkuları olacak bir hikayeyi; ailenin ve aşiretin dinamiklerini koruyarak yazabilmek mühim.

Kısacası hem bir izleyici hem de bir içerik yazarı olarak oyuncuların Şırnak'ta soğuk havada soğuk suya girdikleri koca bir emeği, Mine'nin hamileliği gibi bir klişe yüzünden tebrik edememe konusunu hazmedemiyorum. Oyuncu ekibi ünlü ve yetenekli isimlerle dolu. Sahneleri yaşatıyorlar. Fakat ne yazan ne çeken bunu umursamıyor. Maalesef bize de güzel yorumlar yapamayınca eleştiri yapmak kalıyor. Sezon finaline Uğur'un kaçması bir dinamik sağlarken başka hikayeler de sağlıyor mu diye bakmalısınız. Hep kızdığım olaydır,tüm dizileri yazan yazar ama çeken ne çekiyoruz biz diye sormaz. Biz diziyi siz çektikten sonra izliyoruz. Neden çekime girmeden senaryo geldiğinde revizeler halledilmiyor da biz önce hikayenin el birliğiyle batırılışını sonra da toparlama çabanızı izliyoruz?

Kimsenin şahsına hakaret etmek, üzmek, kırmak değil amacım. Kamera önü ve arkası kimseyi iyi tanımıyorum. Bu sizin mesleğinizse işinizi en iyi şekliyle sunun istiyorum. Biz de zevk alarak izlediğimiz diziyi "Acaba 22. bölümü izlemesek de reyting düşünce Mine gibi kötü klişeleri yazmasalar mı?" diye düşünerek izlemesek? Sürç-ü lisan ettiysem affola, daha güzel bölümlerde daha güzel yazılarla sizi karşılamaya... Okuyan ve yorum yapan herkese teşekkürler.