Savaşın Gölgesinde Sanatsal Bir Direniş: The Saboteur
II. Dünya Savaşı'nın gölgesinde bir direnişin ve intikamın hikâyesi.
Bir oyun düşünün ki, hem II. Dünya Savaşı sonrasında geçiyor hem de oyuncuya özgür bir açık dünya sunuyor. Evet, doğru anımsıyorsunuz, II. Dünya Savaşı sonrasında geçen bir GTA oynadığınızı hayal eder gibisiniz. Altını çizelim, yapımcı firma II. Dünya Savaşı'nı bir tema olarak sadece zaman dilimi şeklinde ele aldıklarını söylüyor, yani oyunumuz II. Dünya Savaşı oyunu değil. Hikâye ana karakterimiz Sean, işgal altındaki Paris ve Naziler'e odaklanmakta.
Hikâyeye kısaca bir giriş yapacak olursak, II. Dünya Savaşı zamanı Nazi İşgali altındaki Fransa'dayız. Ana karakterimiz Sean Devlin (gerçek bir savaş kahramanı olan William Grover Williams'tan esinlenilmiştir), arabalardan çok iyi anlayan ve bir hayli de yetenekli bir yarışçıdır. Yine en iyi bildiği şeyi yapmak üzere, Kurt Dierker adında bir Nazi Albayı'nın da bulunduğu 1940 Saarbrücken Grand Prix yarışındadır. Sean yarışı birinci bir şekilde götürmektedir, fakat Kurt bu durumu hazmedemez ve Sean'ın tekerlerinden birine ateş edip patlarak onu yarış dışında bırakır. Bu duruma kızan Sean, en iyi arkadaşı Jules ile bir plan yapar ve Kurt'un aracını uçurumdan aşağı atarlar, fakat yakalanırlar. Sorguya alınırlar ve Jules infaz edilir, Sean ise Jules'un kız kardeşi Veronique ve arkadaşları Vittore ile Paris'e kaçar. Sean zaten kendisine bir intikam yemini vermiştir ve bir gün yerel bir yazar olan Luc'un yanına gelip direnişe katılmasını söylemesiyle her şey başlamış olur.
Oyun bize o dönemdeki işgal atmosferini farklı bir şekilde yaklaşarak, yer yer noir sinema tarzıyla yedirmekte. Birden rengarenk, cıpcıvıl bir yerden başka bir yere doğru giderken yavaş yavaş grileşen ve kendini siyah beyaz bir dünyaya bırakan bir atmosferde buluyoruz kendimizi. Giriş kısmında belirttiğimiz gibi, oyun bir açık dünya oyunu ve bize bir çok şey sunuyor: Keşfetmeye açık bir harita, upgradeler, yarışlar. Oyunun bize sunduğu bir diğer şeyler ise akrobasi ve gizlilik. Karakterimiz kılık değiştirebiliyor, bu da bazen bize görevlerde yardımcı olabiliyor. Binalara tırmanılabiliyor ki bu bizi 20. yy'ın Ezio'su ve Altair'i yapıyor. GTA dışında Mafia, Assasins Creed, Splinter Cell, Hitman hepsinden birer tutam atılmış bir oyun desek haksız olmayız. 1940'ların eşsiz atmosferi, seçilmiş güzel müzikleri ve ara sahneleri ile süslenen sürükleyici hikayesi ile The Saboteur, şans verilmesi gereken oyunlardan birisi.
Oyun içinden hoş bir gaf ile yazımızı bitirelim.
Sean:
[Yanan bir Nazi Binası'nda]
"Wish I had time to rescue a few bottles of Scotch."
"Keşke birkaç şişe Scotch'u kurtaracak zamanım olsaydı."