Stres Sadece "Senin Sorunun" Değil: Marx, Engels ve Freud’la Zihnimizin Derinlerine Yolculuk

Stres, bireysel bir sorun mu yoksa sistemin yarattığı bir baskı mı? Marx, Engels ve Freud’un gözünden bu sorunun derinlerine iniyoruz.

Günümüz dünyasında stres, hemen herkesin ortak dili olmuş gibi. Herkes biraz yorgun, biraz kaygılı, biraz da kendiyle kavgalı. Kimi zaman iş baskısı, kimi zaman gelecek kaygısı, bazen de anlam veremediğimiz bir boşluk hissi... Modern birey olarak çoğu zaman bu yükün tamamen "bize ait" olduğunu düşünürüz. Ama ya bu duygular, sadece bireysel deneyimlerin sonucu değilse? Ya sistemli, derin, tarihsel bir kökene sahipse? 

İşte tam da bu noktada, Marx, Engels ve Freud’un düşünceleriyle bakmak bize bambaşka bir pencere açıyor. Çünkü bu üç düşünür, farklı disiplinlerden gelseler de insan ruhunun üzerindeki baskının kaynağını salt bireyde değil, içinde yaşadığı toplumda ararlar. 

Marx ve Engels: Stresin Sosyo-Ekonomik Kökleri 

Karl Marx’a göre insan, yalnızca bir “psikolojik varlık” değil, toplumsal bir üründür. O, bireyin düşüncelerinin, hislerinin ve davranışlarının, içinde bulunduğu üretim ilişkileri ve sınıfsal yapılar tarafından şekillendiğini savunur. Dolayısıyla stres, yalnızca kişisel bir durum değil; kapitalist toplumun dayattığı yaşam biçimlerinin kaçınılmaz bir sonucudur. 

Yabancılaşma: Günümüzün Ruhsal Çöküşü 

Marx’ın yabancılaşma (Entfremdung) kavramı, burada kilit bir rol oynar. Birey, üretim süreci içerisinde hem yaptığı işe, hem ürettiği ürüne, hem de kendi doğasına yabancılaşır. Kendi emeğine ve zamanına sahip olamayan birey, giderek içsel bir boşluğa sürüklenir. Bu boşluk, işte bugün modern dünyada "stres" dediğimiz şeyin temelidir. 

Engels ise bu durumu çok daha somut hale getirir. Özellikle İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı çalışmasında, kapitalizmin sadece ekonomik bir sistem değil; aynı zamanda insanların fiziksel ve ruhsal sağlığı üzerinde yıkıcı etkiler yaratan bir baskı mekanizması olduğunu anlatır. Ona göre, işçi sınıfı sadece ekonomik sömürüye değil; aynı zamanda ahlaki, zihinsel ve duygusal bir çöküntüye maruz kalmaktadır. 

“Kapitalist toplumda yaşanan stres, sadece kişinin başarısızlık hissinden değil, ona dayatılan başarının ne olduğunun bile başkaları tarafından belirlenmesinden kaynaklanır.” 

– Engels’in satır aralarından bir çığlık 

Freud: Toplumun Baskısı İçimizde Konuşuyor 

Sigmund Freud ise meselenin daha çok psikodinamik yönüyle ilgilenir. Freud’a göre birey, içsel dürtüler (id), gerçeklik (ego) ve toplumun içselleştirilmiş değerleri (süperego) arasında sürekli bir çatışma yaşar. Modern birey, toplumun ahlakî, kültürel ve davranışsal beklentileriyle kendi arzuları arasında sıkışıp kalır. 

Örneğin, bir genç özgür olmak ister, ama toplum ondan "uslu", "başarılı" ve "verimli" olmasını bekler. Bu çatışma, bireyin bilinçdışında baskı yaratır ve kaygı/stres bu baskının yüzeye çıkmış hâlidir. 

Ancak burada ilginç bir ayrım vardır: Freud, bu baskıyı bireyin içsel yapısıyla açıklarken; Marx ve Engels, bu içsel baskının asıl nedeninin toplumsal sistem olduğunu söyler. Yani Freud bize bireyin iç dünyasını gösterir; Marx ve Engels ise o dünyanın nereden şekillendiğini. 

Freud ve Toplumsal İçselleştirme: Süperego’nun Sesi Kimin? 

Freud’un süperego kavramı, bireyin içinde yankılanan toplumsal sesleri simgeler. Peki bu sesler nereden gelir? Aileden mi? Okuldan mı? Medyadan mı? Evet… ama daha derinlerde, bu yapılar da kapitalist düzenin değerlerini yeniden üreten araçlardır. İşte bu noktada Marx ve Engels’in eleştirisi devreye girer: 

“Eğer ‘başarı’ kriteri, daha çok kazanmak ve daha hızlı olmaksa, bu sadece süperegonun değil, sistemin emridir.” 

Freud’un kuramı, bireyin yaşadığı içsel baskıyı açıklamak için kıymetlidir ama Marx ve Engels’in katkısı olmadan bu baskının neden içselleştirildiğini anlamak eksik kalır. 

Bugün Stres: Neoliberalizmin Ruhsal Yüzü 

Bugün işsiz kalma korkusu, performans takibi, sürekli erişilebilir olma zorunluluğu, sosyal medyada görünür olma baskısı... Tüm bunlar bireysel değil, toplumsal organizasyonun ürettiği stres kalıplarıdır. Bu nedenle “nefes egzersizi” tek başına çözüm olamaz. Çünkü sorun ciğerlerimizde değil; o ciğerlerin çalıştığı sistemde. 

Marx ve Engels der ki: “Stres sadece senin baş edememen değil, sistemin seninle baş etme biçimidir.” 

Freud ise bu stresin senin iç dünyanda nasıl yankılandığını anlatır. Ama bu ses sana ait değil; toplumun, ailenin, işverenin, medyanın içselleştirdiğin sesidir. 

Ne Yapmalı? 

Bu yazı, “her şeyi bırak, sistemi değiştir” çağrısı değil. Ama şunu hatırlatmak ister: Senin yaşadığın stres sadece kişisel değil. Bu, toplumsal bir yüktür. Ve bu yükün farkına varmak, suçluluk yerine bilinçle hareket etmenin ilk adımıdır. 

Marx ve Engels’le birlikte, Freud’un içgörüleri sayesinde bu çağın hastalığını daha açık görebiliriz. Belki de en büyük güç, bu gerçeği fark etmekte saklıdır. 

Çünkü eğer sorun kolektifse, çözüm de ancak kolektif olabilir. 

Unutma: Yorgun hissetmen, zayıf olduğun anlamına gelmez. Belki de ruhun, seni ezmeye çalışan bir sisteme direnmeye çalışıyordur. 


 KAYNAK

https://www.marxists.org/archive/novack/works/history/ch15.htm?utm_source=chatgpt.com

https://marksist.net/Bellek/engelstr.htm

https://www.verywellmind.com/the-id-ego-and-superego-2795951?utm_source=chatgpt.com