Virgin Suicides
Virgin Suicides filmi ve bir nevi analizi.
Virgin Suicides, aynı isimli kitaptan uyarlama bir film. Yönetmen koltuğundaki Sofia Coppola bu filmle çıkışını yapmış.
1970’lerde Detroit'te geçen film, derin bir trajediyi resmediyor. Coppola’nın kullandığı inanılmaz güzel, güneşli ve âdeta hayal gibi bir estetikle çekilen bu film; oldukça karanlık ve ağır bir atmosferde geçiyor.
Film; aynı evde yaşayan, yaşları 13 ve 17 arası değişen beş kardeşten en küçüğünün intiharıyla başlıyor ve sonunda tüm kız kardeşlerin intiharıyla bitiyor. Film bize karşı sokaktaki erkeklerin ağzından aktarılıyor; bu kızları nasıl gördükleri, onları nasıl hayal ettikleri film boyunca gösterilmeye devam ediyor. Kızların intiharının gizemini merak ediyor ve yetişkinlikte bile bu kızları unutamadıklarını söylüyorlar. Israrla bu kızları anlamadıklarını ve intiharları bir türlü çözemediklerini söylüyorlar. Hatta kızların anne babası da neden intihar ettiklerini bir türlü anlamıyor. İlginçtir ki, bu filmi izleyen herhangi bir kadının bu şekilde yorum yapmayacağı aşikâr, kızların tam olarak neden öldüğü fazlasıyla açık. Aşırı dindar bir ailede yaşayan bu kızlar, o evde tamamen tutsak. Lise balosuna gittikten sonra, zaten izole bir şekilde yaşarken annelerinin onları bu balodan sonra tamamen okuldan da almasıyla evde tutsak bir biçimde yaşamaya başlıyorlar. Bu tutsaklık da yanında yalnızlığı ve anlaşılamamayı getiriyor.
Hikâyeyi bir grup erkek çocuğunun gözünden izlediğimiz için bu beş kardeşin aşırı cinselleştirildiği ve objeleştirildiği göze çarpıyor; yani film erkek bakış açısıyla (male gaze) ele alınmış. Bu erkekler; kızları anlamak veya tanımak istemiyor, yani kızların sadece görünüşleriyle oluşturdukları hayallerine âşıklar. Baloya beraber gitikleri erkekler de kızları yüzüstü bırakıyor, yardım istedikleri karşı sokaktaki erkekler de öyle. Daha da kötüsü kimse onları anlamıyor ve yardım etmeye çalışmıyor. Tamamen annelerinin insafında izole bir şekilde ve her geçen gün biraz daha boğularak yaşamaya çalışıyorlar. Kendi pencerelerinden dışarı notlar atıyorlar, birileriyle iletişime geçmeye çalışıyorlar. Tabii ki hiçbiri işe yaramıyor. Evden dışarı çıktıkları tek an, posta kutusundan bir şeyler aldıkları zaman.
Bu şekilde inanılmaz bastırılan bu kızlar, gittikçe daralan yaşam alanlarına dayanamıyorlar. Kız olmanın getirdiği ağır yükü daha fazla taşıyamıyorlar, geleceğe dair hiçbir umut yok. Onlara kafes olan evden kurtulmanın ve özgür olabilmenin hiçbir yolu yok çünkü, okula bile gitmeleri yasak. Sonunda tüm bunlara dayanamayıp hep beraber intihar ediyorlar.
Son sahnelere doğru, filmin başında intihar eden en küçük kardeşlerinin yadigârı olan bahçelerindeki kesilmek üzere olan ağacı korumaya çalışıyorlar. Çok duygusal olan bu sahnede, küçük kız kardeşlerini korumaya çalıştıkları sembolize edilmiş. Evden çıktıkları tek an bu. Sonunda ağaç kesiliyor, kızların tamamı da ölüyor.
Erkek bakış açısıyla anlatıldığı için kızların iç dünyasını net bir şekilde göremiyoruz, her birini ayrı ayrı tanımaya fırsatımız olmuyor. Dışarıdan bir bakışla, sadece meleğe benzeyen yüzleri ve sarı saçları bizi etkiliyor. İntiharlarından sonra bile, arkalarından konuşuluyor. Sanki tüm başlarına gelenler onların suçuymuş gibi.
Sofia Coppola’nın yazıp yönettiği bu film, kadınlara ve onlara yapılan baskıya dair aydınlatıcı bir yorum taşıyor. Bu filmi izleyip bağ kurmamak imkansız.