Yalnızlığın Mesafesi
Mesafelerin kaldırılması.
İnsan yalnızlığını da yüreğinde taşır. Nereye giderse gitsin ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın günün sonunda o yalnızlıkla baş başa kalır. Sonra anlar ki etrafla alakası yoktur hissettiklerinin. Sanki geçmişten gelen bir yük gibi sırtındadır hep. Ve gerçekten o yükün altına girmeye yüreği olmadığı zaman yanında yürümesinin hiçbir anlamı kalmaz insanın. Bazen bir anla soyutlanırsın bütün insanlardan, koparsın çevreden. Bir karadelik misali çeker seni karanlığına. Var olan renkler kaybolur ve o anda hissettiğin tek şey boşluktur.
Boşluk ruhu kapladığında ise ne bir ses kalır ne de bir görüntü. Ne bir dokunuş işler ruha, ne bir nefes. Sadece yalnızlığın sesi vardır, sağır edici karanlığın sesi. O zaman anlar ki insan bu bir seçim değil, bir gerçek. Zamanla, mekanla, insanla bağlı olmayan bu gerçek hayatımızın bir anında işlenmiş kalan bütün ömrümüze. Belki çok ihtiyacımız olduğu bir andan bırakıldı bu duyguya ya da hiç beklemediğimiz zamanda döndü sırtlar... Ve o yaşadığımız andan sonra da bir daha bir bütün hissedemedik. Varlık anlamını kaybetti, herkes sahte gelir oldu. Bir yandan da güvenmemeliyi öğretti bu bize, sırtını kendine yaslamayı. Çünkü o andan sonra bildik ki insan çabucak çevirebiliyor sırtını, en muhtaç olduğun anda yok olabiliyor. Sen gitmemek için binlerce sebep ararken o en küçük şeyi bahane edebiliyor işte. Biz bunu belki ilkinde bile öğrenemedik. Kumdan kaleler gibi sürekli inşa ettik, denizin yıkayacağını bile bile. Ama bilmemiz gerek bir şey vardı. Asıl sorun kaleyi tekrar tekrar inşa edebilmek değildi, denizin varlığı da değildi. Kalenin denize mesafesindeydi sorun. Çünkü o kaleyi oraya yaparak biz denize verdik bu hakkı. Onun insafına bıraktık emeklerimizi. Tıpkı insanlarla ilişkimiz gibi.
Bir insana yakın dururken unutmamak gerekir, mesafe sadece soğukluktan gelmez, kendini korumaktan, sınırını çizmekten gelir. Peki sen gerçekten kime yakın duracak kadar güvenebilirsin?