Yapboz Parçalarımız: Deneme
İlgi ile büyüyoruz.
İlgi çok önemliydi. İlgiyi görmek sanki şu uçsuz bucaksız diyarın her bir pozunda ve her bir hareketinde insanın aradığı, elde ettiğinde ancak ruhunu besleyebildiğine inandığı en önemli ihtiyaçtı. Sanki her şey ilgiden oluşuyordu, bir bezelye tanesinden tutun da bütün bir kıta, insana ilgi gösteren bir maddeydi ve buna sahip olmak herkese lazım olan tek gereksinimdi. Bu ihtiyaç bir yapboz parçası içindi. Özgür bir parçaydı bu, insanın ruhunu resmeden, kendi başına duran bir parça, beslenmeye ve büyümeye müsaitti. İnsanın doğumundan itibaren içinde olan bir elementti. Bütün gibi gözüküp eksik hissettiren bir şekli vardı sıradan bir yapboz parçasının aksine. Yeri her zaman belliydi ve çevresinde uyuşması gereken başka hiçbir parça yokmuşçasına kusursuz görünürdu. O parça ne kadar ilgi görürse o kadar şişerdi ve sahibinde yarattığı etki çeşitli sonlara imza atardı. Herkes önemserdi elindeki parçanın değerini, kimseyle paylaşmasına gerek yoktu ve tek gereken o ilgiyi görmekti.
İlgi kendi kendini yaratmadı ve bir yapboz parçasının kendisi olmadı. Onu etkileyen iki ezeli rakibi vardı ve bunun yarattığı rekabet gelişimi sağlardı. Şans ve hevesti bu ikisinin adı. Şans, yapboz parçasının büyüklüğünü belirlerdi. Parça çok küçükse rekabet artar; büyükse aralarında başkalarını kıskandıran bir uyum olurdu. Şans, bu dünya ne kadar ilgi sunuyorsa, payını sonuna vermiş olurdu insanın parçasına. Heves ise şans ile dalga geçerdi ya da ona ayak uydurmayı seçerdi. O, şansın verdiği şekle bakıp, düşünüp, tartıp bir karara varırdı; elleriyle parçanın etrafına bir çember çizer ve ilginin potansiyeline bir değer biçerdi. Diyelim ki bu değer çok yüksekti, ilgi ile hevesin rekabeti büyük sonuçlar çıkarabilirdi ortaya. Tam tersi olursa eğer, bu yapboz parçası sınırının duvarlarına uyamaz, etrafta savrula savrula tuttuklarını, içindeki ilgiyi kaybedebilirdi. Sınırlarına uymak da bir seçenekti elbette ve bunun farkında olanlar durdukları yeri bilirlerdi, ne istediklerinin farkında olup ona göre büyürlerdi. Büyük bir sınır ve büyük bir parça, zengin krallıkların karizmatik prenslerine otoritenin yollarını açarken, tam aksi bir parça, yol kenarlarında aylak aylak yürüyen sarhoş bir tüccar ile son bulabilirdi. Büyük bir sınır ve küçük bir parça, destanlara konu olan bir halk kahramanını bırakabilirdi tarihe. Küçük sınırlar büyük parçalara zindan olurdu. Onlar konuşmaktan öteye gidemez, toplayabildiğini toplar ve ancak bir köşede başkalarına tükürürdü. Bu diğer ilgileri bazen yaşatır, bazen de öldürürdü ama bir türlü tükürdüğünü yalatmazdı. Öyle ki bu deyimin anlamı, bir ilgiyi kişinin kedni hayatına katması anlamına gelmiyordu.
Heves şanstan büyüktü ve şans ilgiye bir yaşam alanı tanırdı ama hiçbiri birbiri üzerinde mutlak güce ve yaptıklarında üstün kontrole sahip değildi. Kimi hevesin çizdiği çember, insanın yaşadığıyla silikleşebilir, kırgınlaşabilirdi. Bu doyumsuzluğu ya da umursamazlığı yaratırdı, ikisi de eline tutuşturulanları almaktan çekinmezdi. Kimi şans da kusursuz bir parça çıkaramazdı ortaya ve bu parça zamanla kararabilirdi. Bazı parçalar sınırlarını göremezdi bu yüzden. Bu da korkuyu doğururdu, sınırlarını bilmemenin; eğer bir gün beklediğinden fazlasını kazanırsa, bunun getireceklerini öngörememenin korkusunu. Sınır görememek ve görmemek arasındaki farkın yarattığı sonuçlar, bu iki kelimeyi birbirinden ayıran tek bir harf kadar basit değildi işte.
Haliyle ilgi, zamanla insanı oluşturdu. Dengesini ya kurdu ya da denedi durdu. Nasıl biri olduğunu, kim olduğunu bu ilgi ile öğrenmeye çalıştı insan. Kendine yettiği kadarını bulan buna sıkı sıkıya tutundu, bulamayan ise aradıkça kayboldu. Kendine yeteni göremeyip kaybolan kendinden çekinir hâle geldi. Görmeyenin ilgi dolu parçası sürekli kenara köşeye bir şeyler sıkıştırmaya çalıştı ya da ne olduğuna bile bakmadan içine attı ve devam etti. Uzaktan bakınca herkes tek ve dertsiz görünüyordu kendi parçasıyla. Uyum denen kavrama inananlar çoktu ama sanki hiçbir zaman bir parça ötekine kusursuzca kenetlenmemişti. Bu parçalar gerçekten tek başına kusursuz görünüyordu, tek ihtiyaçları ilgiydi.
İlginin kaynakları saymakla bitmezdi tabii ama birazdan size anlatacağım bu masalda ilgi, ilham bulma, karanlıklardan arınma, tüm sıkıntılardan kurtulma, zengin olma ve hatta hayata tutunma gibi iddialı adların altında bir ticarete dönüşmüştü. En önemli insan ihtiyacının temelini alıp bir yarışma inşa etmişlerdi ve bu yarışma üzerinden bahisler açılıyor, dudak uçuklatan paralar havada uçuyordu. Vadedilenlere inanmayıp sadece paranın söz konusu olduğuna inanan sayısız komplocu ve o komplocuları takip eden büyük kitleler vardı ama bu vaatler kısmen tutarlıydı. Kimi ünlü ozanların, ressamların, politikacıların ve şövalyelerin geçmişinde, bu yüzyıllardır süregelen yarışmanın bir izi vardı ama çoğu bundan bahsetmezdi. Bu ve bunun gibi durumlar yarışma hakkında çok fazla tartışmaya sebep olmuştu. Bazı ölümler, bazı şüpheli kayboluşlar kimi zaman bu yarışma ile ilişkilendirilirdi. Yine de kurulan bu sistemin çarkına bir dişli olmak için ya da sadece uzaktan izlemek için bile kıtanın çevresinden gelen, haftalarca at sırtında yolculuk eden insanların sayısında bir eksiklik olmadı ve dünyanın herhangi bir yerinde, tarihin herhangi bir zamanında, bu yarışma vadettiği ilgiyi görmeye devam etti.