Yazmak ve Anlatmak Aynı Şey Değil
sadece yazmakla yetinmemeli; ne anlattığımızı, nasıl anlattığımızı ve neden anlatmak istediğimizi de sorgulamalıyız.
Yazmak üzerine çok şey söylenmiştir. Bazıları için yazmak bir boşaltma halidir; bazıları için inşa etme süreci. Kimi yazmak için yaşar, kimi yaşadığı için yazar. Ama ister duygusal bir mektup, ister akademik bir metin, ister bir reklam metni olsun... yazmak ve anlatmak arasındaki fark hep orada, satır aralarında saklı durur. Çünkü yazmak teknik bir beceri olabilir; anlatmak ise duygusal bir bağ kurma işidir. Yazmak, kelimeleri seçmekten, cümleleri dizmekten ibaret olabilir. Ama anlatmak, o kelimelere ruh vermeyi gerektirir. Anlatmak, yalnızca ne söylediğinle değil, nasıl söylediğinle de ilgilidir.
Yazmak: Dizmek, Biçim Vermek
Bir metni yazarken çoğu zaman odaklandığımız şey doğru kelimeleri seçmek, kurallara uymak, düzenli ve anlaşılır bir akış yaratmaktır. Bu önemli midir? Elbette. Ama çoğu zaman bu yapı kurma sürecinde anlatmak istediğimiz şeyin özü kaybolur. O yüzden bazı yazılar “düzgün” ama etkisizdir.
Yazmak, bir nevi iskelet kurmaktır. Cümleleri doğru dizersin ama o cümlelerin içini neyle doldurduğun, seni anlatıcı yapar. Bir düşünceni, hissini ya da deneyimini kağıda geçirmek için sadece gramer bilgisi yetmez; oraya kendinden bir parça koyman gerekir.
Anlatmak: Bir Ses, Bir Ton
Anlatmak ise yazının ötesine geçen bir eylemdir. Yazarken kelimeleri kullanırsın, anlatırken o kelimelere sesini verirsin. Bir metnin anlatıcısı olduğunu hissettirmek, onun sadece yazılı değil, yaşayan bir şey olduğunu kabul etmek gibidir.
Anlatmak, okuyucunun zihninde bir sahne kurmak gibidir. O sahnede senin sesin duyulmalı, duygun hissedilmeli, derdin anlaşılmalıdır. Anlatmak; kelimelerin içindeki boşluğu, bir hisle doldurabilme becerisidir. Bu yüzden herkes yazabilir ama herkes anlatamaz.
Reklamcılıkta Bu Fark Neden Önemli?
Reklam yazarlığı gibi alanlarda bu fark çok daha belirgin hale gelir. Çünkü burada yalnızca doğru cümleyi kurmak yetmez; o cümleyle bir duyguyu tetiklemek gerekir. İnsanlar artık “güzel yazılmış” metinlere değil, “anlatacak bir şeyi olan” metinlere bağlanıyor.
Bir reklam metni düşündüğünde; “bu ürün şöyle iyi, bu özelliklere sahip” demekle, “hayatını kolaylaştıracak bir çözümle tanışmaya hazır mısın?” demek arasında dev bir fark vardır. İlki yazıdır, ikincisi anlatıdır. Biri bilgi verir, diğeri dokunur.
Markalar da artık yalnızca ürünlerini değil, bir hayat tarzını, bir hissi, bir fikri “anlatmak” istiyor. Dolayısıyla yaratıcı metin yazarlığında anlatma becerisi; yazma becerisinden daha büyük bir yer tutuyor.
Bir şey anlatmak için önce ne anlatmak istediğini bilmen gerekir. Bu, çoğu zaman yazmaktan daha zor bir şeydir. Çünkü yazarken kendini gizleyebilirsin; anonimleşebilirsin. Ama anlatırken savunmasızsındır. Okuyucu seninle bir bağ kurabilir, seni anlayabilir ya da seni eleştirebilir.
Ama anlatabilen insan, kalabalığın içinden sıyrılır. Çünkü içtenlik, sahtelikle karıştırılamaz. Bir metnin içten olup olmadığını anlamak için bazen sadece bir cümle yeterlidir.