Yuva

Bir yere ait olmak.

Bir yağmur tanesi gibi düşer insan topraklara. Orada filizleri can bulur. Sonrasında ise bazen hayat onu farklı yerlere sürükler. Kimi zaman bir iş, evlilik ya da başka bir şey. Aklımızın ucundan bile geçmeyecek bir yerde bulabiliriz kendimizi. Ya da tam tersi hiç çıkmadan büyürüz, bazen de çıktığımız topraklara günün birinde geri döneriz. Bazen mutlulukla, bazen ağırlıkla...

Yuva dediğimiz şey tam olarak nedir aslında? Ne bize yuva olarak hissettirir? Bazen doğup büyüdüğümüz topraklara yabancı oluruz. Bazen de hiç bilmediğimiz o yerler bize yuva olur. Peki ya köklerimiz nedir? Sevdiklerimiz mi? Anılarımız mı? Maddiyat mı?

Şüphesiz ki bunların hepsini içerir bir yuva. Ama en çok da huzuru içerir. Yuva dediğimiz yer belki de en çok, olduğumuz gibi kabul edildiğimiz yerdir. Ne geçmişin yükü ne de geleceğin kaygısı ağır gelir orada. Sadece var olmak yeterlidir. Kimi zaman bir evin içidir yuva, kimi zaman bir bakış, bir ses, bir koku… Huzuru nereye taşıyabiliyorsak, işte orasıdır bizim yuvamız.

Ve belki de en güzeli şudur: Yuva, dışarıda bir yerde değil, içimizde filizlenen bir histir. Gittiğimiz her yere kendimizle götürdüğümüz; bir gülümsemeye, bir hatıraya, bir nefese sığan koca bir dünyadır.

Yani sonunda, insan nereye giderse gitsin, gerçek yuvası, içinde huzuru bulduğu yerdir. Bazen dört duvar, bazen bir insan, bazen bir yer...