Zamanın Neresinde
Teknoloji, zaman ve düşünceler.
İnsanlar günümüze baktıklarında ne bulacaklar merak ediyorum. Biz tarihi dönemlere ayırabildik. Peki bizim dönemimiz, biz nasıl sınıflandırılacağız? Fredric Jameson’a katılıyorum bu konuda; biz tarihin dışındayız, neresinde olduğumuzu da konumlandıramıyoruz ve kafamız karışık. Buna “aporia” da deniyor, nerede olduğunu bilememe, şaşkınlık.
Tarihte tam olarak böyle bir yerdeyiz gibi. Her şey darmadağın, gerçeklik ve simülasyon birbirine girmiş; izole insanlar, yalnızlık ve son hız ilerleyen teknoloji. Sanırım ben modernist dönemde kaldım, post-modernizmi de zaten hiç sevemedim. Her şeyi reddeden ve anlamları yok eden bir döneme girdiğimizde, edebiyat, sinema ve sanat da sanki bir yokuşa girdi. Uzun zamandır da bu yokuşu tırmanan yok gibi, tek tük kişiler hariç.
Sanat ve edebiyat eskiden çok daha değerliydi sanki. Şimdilerde her şeyin içi boş ve her şey sadece paraya hizmet ediyor. Gelecek nesiller bu döneme baktığında ne düşünecek merak ediyorum. Akademisyenler ne yazıp çizecek; bizim tamamen yoldan çıktığımızı ve teknolojinin bizi aştığını, bizi deliye çevirdiğini mi yoksa bunların sadece kendi dönemlerinin başlangıcı olduğunu mu? Tarih yazılırken orada olmak çok tuhaf, öleceğimizi düşünmek ve geleceğin şu an olduğunu bilmek de çok tuhaf.
O zaman bu bizi yine modern dönemdeki yalnızlığa mı getiriyor, hayatın anlamını düşünmeye? Hayatların sadece işçi olmaktan ibaret olduğu, yaşadığımız süre boyunca tamamen sömürülüp, yalnızlaşıp ölüp gitmek ne anlama geliyor? Yaşamımız yalnızca kapitalizme hizmetten ibaret. Daha da kötüsü çalışmak çağımızın en önemli marifeti, sistemden çıkmaksa imkansız. Sistemden çıkmak istiyor muyuz gerçi? Sistemde olmak her şeye rağmen en güvenlisi sonuçta. Böylece hayatı romantize etmeye başladık, kendimizi yaşadığımız hayatın iyi olduğuna ikna ettik. Başka bir yolu yoktu çünkü.
Yalnız, soğuk, mutsuz hayatımız nasıl resmedilecek? Yalnızlıktan keyif almaya çalışmak, sürekli yalnızlığımızın güzel olduğuna kendimizi ikna etmemiz daha ne kadar sürecek? Yalnızca kabul etsek olmaz mı? Hayat yalnızken güzel değil, ama insanlarla da öyle.
Tarih bize nasıl davranacak acaba? Tüm bu videolar, yazılar, kitaplar, çizimler nasıl değerlendirilecek? Hayattan anlam aramayı bırakmamıza, inceliklerden uzaklaşmamıza ne gözle bakacaklar? Yoksa gelecek bunları bile anlamayan bir kaos yığınından mı ibaret olacak? Yüzyıllar sonrasında kemiklerimiz toza döndüğünde hatırlanacak mıyız? Kitaptaki bir edebi akımdan, bir olaydan, bir kargaşadan fazlası olabilecek miyiz?
Kaynakça
Fotoğraf: Morning Sun, Edward Hopper, 1952