Zombi Mitinin Toplumsal Kökeni: Kölelik, Korku ve Kapitalizm
Köleliğin ruhsuz işçisi, kapitalizmin doyumsuz tüketicisi, sistemin öğüttüğü birey… Zombi, her dönemin egemen korkularına ayna tutar.
Zombiler genellikle korku türünün vazgeçilmez figürleri olarak karşımıza çıkar. Yürüyen ölüler, insan etiyle beslenen yaratıklar, medyada çoğunlukla post-apokaliptik anlatıların karanlığında yer bulurlar. Ancak zombi miti sadece dehşet dolu bir kurgu öğesi değil; aynı zamanda tarihsel, kültürel ve politik katmanlara sahip derinliktedir. Peki, zombi imgesi gerçekten de kölelik, sömürgecilik ve modern kapitalizmin bir temsili midir?
Haiti Köklerinden Hollywood’a: Zombinin Doğuşu
Zombi figürünün kökeni, Batı'nın popüler kültürüne girmeden çok önce, Karayipler'deki Haiti’ye ve Afrika kültürüne dayanır. Zombi kelimesi, muhtemelen Batı Afrika'nın Kongo dil ailesine ait “nzambi” (tanrı/ruh) kelimesinden türemiştir. Haiti Vodou inancında zombi, iradesi elinden alınmış, büyü yoluyla yeniden diriltilmiş bir bedeni ifade eder. Bu haliyle zombi, bireyselliğini ve özgür iradesini kaybetmiş, sadece başkalarının hizmeti için bulunan bir varlıktır.
Bu anlayış, köleliğin travmatik geçmişiyle doğrudan ilişkilidir. Fransız sömürgeciliği altında Haiti, 18. yüzyılda dünyanın en kârlı şeker kamışı üretim merkezlerinden biri olmuştu. Ancak bu zenginliğin bedelini yüz binlerce Afrikalı köle ödemişti. Kölelerin zombi olmaktan korkması, ölümden bile beter bir senaryonun, yani ruhlarının özgürleşememesi ve sonsuza dek çalışmaya mahkûm edilmesi metaforuydu.
Zombi: Kapitalizmin Yürüyen Alegorisi
Zombi imgesi, 20. yüzyılda Amerikan sinemasına taşındığında önemli bir dönüşüm yaşadı. 1932 tarihli White Zombie, Haiti mitolojisine dayansa da, Batı’daki ilk temsil olarak zombiyi egzotik bir “öteki” olarak sunuyordu. Fakat asıl kırılma noktası George A. Romero’nun 1968 yapımı Night of the Living Dead filmiyle geldi. Romero’nun zombileri, sadece ölümden dönen yaratıklar değil, aynı zamanda modern toplumun bireylerini yansıtan simgelere dönüştü: tüketici, düşünmeyen, sürü psikolojisiyle hareket eden kalabalıklar.
Romero’nun sonraki filmlerinde, özellikle Dawn of the Dead’de, alışveriş merkezlerinde dolaşan zombiler, kapitalist tüketim kültürünün bir eleştirisine dönüştü. Bu zombiler yaşamak için değil, tüketilmek için varlar; hafızaları, arzuları ve bireysellikleri silinmiş, bedenleri sadece sistemin döngüsüne hizmet eder hâle gelmiştir.
Korkunun Evrimi: Beden, Emek ve Kimlik
Zombi mitinin bu evrimi, toplumsal korkuların da dönüşümünü yansıtır. Haiti’de zombi, köleliğin korkunç bir yansıması iken, 20. yüzyılda işçi sınıfının yabancılaşması, soğuk savaş paranoyası ve kapitalizmin eleştirisiyle biçim değiştirdi. Modern toplumda birey, sistem içinde anlamını yitirirken, zombi bu kaybın grotesk bir sembolü hâline gelir.
Zombi anlatıları aynı zamanda ırksal kodlar, toplumsal sınıflar, cinsiyet rolleri gibi beden politikalarıyla da ilgilidir. Bütün bu yapılar, zombi kurgularında alt metin olarak yer alır. Örneğin, bazı anlatılarda zombileşme, marjinal grupların ötekileştirilmesine işaret ederken; bazı senaryolarda da sistemin dayattığı normlara uymayan bireylerin “insanlık dışı” görülmesini temsil eder.
Bugün hâlâ zombilerle dolu hikâyeleri izlerken ya da okurken, aslında “korktuğumuz şeyin” ne olduğunu da sorgulamalıyız. Belki de bu korku, bireysel iradenin silindiği, insanların yalnızca sistemin çarklarını döndürmekle meşgul olduğu bir dünyaya duyulan derin bir endişedir.