Türkiye’nin İklim Kanunu: Umut mu Tehdit mi?
İklim Kanununu doğru zemine taşıyabilmek...
2025 yılında yürülüğe giren İklim Kanunu, Türkiye'nin ilk kapsamlı iklim yasası olma niteliğini taşıyor. İklim krizinin etkilerini azaltmayı, sera gazı emisyonunu düşürmeyi ve sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen bu kanun, aynı zamanda Türkiye'nin Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Paris Anlaşması gibi uluslararası yükümlülüklerine uyum sağlaması için hazırlandı. Ancak kanunla birlikte gelen ekonomik, toplumsal ve etik tartışmalar da kamuoyunun gündemini epey meşgul ediyor.
İklim Kanunu Kapsamı
Kanun, ilk aşamada yoğun karbon salımı yapan tesisleri kapsayan bir emisyon ticaret sistemi oluşturacak. Buna, Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) diyoruz. Bu sistemde, kuruluşlar karbon salım miktarlarına göre devlete ödeme yapacak; gelirler yeşil projelerde kullanılacak. Ancak tabii denetim mekanizmaları iyi kurulmazsa hangi kurumu ne şekilde uygulamalara tabi tutacaklarını bilemeyiz benzer şekilde gelirlerin gerekli yeşil projelere gittiğinden emin de olamayız. Umarım bu konuda uygulamalar ince elenip sık dokunur.
Bir başka konu ise Sınırda Karbon Düzenlemesi. Bu düzenlemeyle birlikte, Avrupa Birliği ile uyumlu olarak ithal ürünlerin karbon ayak izi değerlendirilecek. Karbon yüksek ürünlere ise ek vergi getirilecek.
Yerelde alanda da düzenlemeler düşünülmüş. Her ilde kurulacak “İl İklim Değişikliği Kurullarıyla 2027 sonuna kadar yerel iklim eylem planları hazırlanacak.
Farkındalık yaratmak için iklim eğitimi verilecek ve tüm eğitim aşamalarına entegre edilecek.
Yeşil istihdam oluşturularak "yeşil yaka" dediğimiz iklim dostu mesleklere potansiyel yaratılacak.
Peki, İklim Kanunu ticari bir kanun mu yoksa bireyi de etkiliyor mu? Bu konu aslında anahtar noktalardan biri. Çünkü içinde sosyal medyadaki yanlış bilgilerin cevaplarını saklıyor. Kanun altyapısı büyük ölçüde ticari düzlemde inşa edildi. Temel odak noktalarından biri, Avrupa Birliği ile olan dış ticaret ilişkilerinin sorunsuz ilerlemesi. Bu yüzden Türkiye, enerji ve sanayi gibi ihracat kapasitesi yüksek alanlarda karbon vergisi gibi yaptırımlardan kaçınmak istiyor.
Halk ise bu ticari amaçlı uygulamaların küçük sermayeyi ve bireyi mağdur edecek bir noktaya ulaşmasından korkuyor.
Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin (KOBİ), büyük şirketler karşısında dezavantajlı kalacağı bir gerçek. Büyük sermayeler, finansal ve teknolojik kapasitesi sayesinde yeni düzenlemelere daha hızlı uyum sağlayabilir. Güçlü yatırımları çok daha kolay yapabilirler. Hatta bu sistem onlar için yeni bir rekabet avantajı yaratabilir. Küçük işletmeler ve çiftçiler ise yatırımlarda ve tedarik aşamasında zorlanacakları için dolaylı olarak sistem dışına itilebilir. Buna Yeşil eşitsizlik" diyoruz. Aynı hedefler için farklı imkânlara sahip olanlara adil davranılması gerekir. Bu yüzden KOBİ'lere ve çiftçi, hayvan üretici vatandaşa devlet destekleği sağlanmalı, destek çerçevesi en hızlı şekilde planlanmalıdır.
İklim Adaleti: Az Gelişmişlerin Yükü Artacak mı?
İklim adaletini daha önce bir yazımda işlemiştim isterseniz, okuyabilirsiniz. Küresel iklim politikalarının İklim örgütleri ve aktivistleri tarafından eleştirilen tarafı: Krizi yaratmayanlar, bedelini ödemek zorunda bırakılıyor. Aslında küçük ve büyük sermaye konusu da bir iklim adaleti meselesi.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere gelirsek iklim krizine en az katkıyı yapmalarına rağmen, çoğu zaman batının belirlediği yasal düzenlemelere uymak zorunda kalıyorlar. Finansal destekler yetersiz kaldığında bu yük, bu ülkeleri daha da zor duruma sokabiliyor. Türkiye, bu tabloda batının düzenlemerini uygulamak zorunda. Bir taraftan mağdur ama aynı zamanda sorumlu. AB'ye göre ise daha az bedel ödeyecekken fazlasını ödemek zorunda kalacağa benziyor.
Gelelim komplo teorilerine:
-"Böcek yeme zorunluluğu", "hayvancılığın yasaklanması" gibi iddialar gerçeği yansıtıyor mu?
Hayır dostlar. İklim Kanunu'nda hayvancılığın yasaklanması ya da bireylerin böcek yemeye zorlanması gibi maddeler yer almıyor. Bu anlama çıkacak, böyle bir uygulamaya yol açabilecek bir madde de yok. Bu söylemler, çoğu zaman "Great Reset" gibi komplo teorilerinin uzantısı olarak yayılıyor.
İşin aslı yoğun metan salımı yapan hayvancılığın daha sürdürülebilir hale getirilmesi. Yasaklama değil, dönüşüm diyebiliriz ancak.
-Tarım yalnızca izinli kurumlara mı verilecek?
İklim Kanunu’nda çiftçilerin tohum ekmesi için devlet izni alması gibi bir zorunluluk söz konusu değil. Ne var? Sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması hedefi var. Tabii önceden bahsettiğimiz gibi bunu ne şekilde ne koşullarda yaparlar? Bilemiyoruz. Bunun için bir şey diyemem. Maalesef yasalar yalnızca teknik metinler değil, aynı zamanda politik ve etik duruşlar. Bu yolda nasıl ilerleneceği toplumun geleceğini doğrudan etkileyecek. İleride belli bölgelerde su kullanımı veya karbon salımına dayalı tarımsal düzenlemeleri de beraberinde getirebilir ama en azından şundan emin olabiliriz: Bu kanun bireysel özgürlülüklere bir saldırı niteliği taşımıyor.
Seyahat ve tüketim kısıtlamaları gelecek mi?
Kanun, vatandaşın seyahatini, yemeğini, içmesini yani genel tüketimini doğrudan sınırlamıyor. Ancak karbon ayak izi hesaplama ve farkındalık yaratma gibi yeni faaliyetler oluşturulacak.
Bazı Avrupa ülkelerinde bireysel karbon karnesi gibi sistemler tartışılıyor ama Türkiye'de bu tür bir düzenleme bulunmuyor.
İklim Kanunu eksiklikleri ise çok fazla. İklim alanındaki Sivil Toplum Örgütleri'nin ve aktivistlerin hiçbir şekilde sürece dahil edilmemesi sistemin sağlam bir zemine oturmasını engelliyor. Kömür, fosil yakıtlar alanında dişe dokunur bir madde yok. Oysa en ciddi sorun. Acil önlem sırasında bir numara diyebiliriz.
Daha tartışıp konuşacağımız çok şey var anlayacağınız. Sizin yine de bazı konularda içiniz ferah olsun. Sosyal medyanın rehavetine kapılmayın. Halkla yeterli iletişim kurulamadığı için yanlış bilgiler ortalığı sarıyor. Temel sebep ise bilgi eksikliği. Devletin kolay ulaşılabilir, bilgilendirici bir iletişim planı kurması gerekli şu dönemde. Dezenformasyonlar, yanlış iletişim ve şeffaflık eksikliğinin bir yansıması.
İklim Kanunu, dünyanın artık görmezden gelemeyeceği bir durumun göstergesi. Ancak bu kanunun yeşil bir gelecek mi yoksa yeşil bir sermaye kandırmacası mı olacağını ileride hep birlikte göreceğiz. Dikkatli olalım ve komplo teorileriyle değil, rasyonaliteyle ve verilerle davranalım... Bu kanunu doğru zemine taşıyabilecek en önemli aktörler ise biziz: Halk, gazeteciler, çevreciler ve bilim insanları.
İklim kanunu gereklilik ancak doğru yolda doğru şekilde uygulanması için bizler devlelerin denetim mekanizması olmalıyız.