Maden Savaşları
Çin, ABD, Avrupa üçgeninde strateji savaşı
Çin, ABD ve Avrupa’nın yeni enerji rekabeti
Enerji deyince hâlâ aklımıza ilk olarak petrol ve doğalgaz geliyor. Ama dünya değişiyor. Bir yandan petrol kullanımını azaltmak için gerek Yeşil Mutabakat olsun gerek İklim Kanunları olsun gerekse COP konferansı olsun yeterli adımlar atılmasa da yeni bir güç doğuyor. Dengeler yeni, hassas, kırılgan. Artık enerji kaynakları sadece yerin derinliklerinden fışkıran sıvılarda değil, yerin metrelerce altında gizlenmiş, kimilerinin adını bile bilmediğimiz madenlerde aranıyor ve evet, bu yeni arayış büyük bir rekabeti beraberinde getiriyor: Çin, ABD ve Avrupa Birliği, enerjinin yeni hammaddesi olan stratejik madenler için sahaya indi.
Üstelik bu savaş sessiz değil. Gittikçe daha görünür, daha sert ve daha çok katmanlı.
Neden madenler?
Çünkü güneş panelleri, rüzgar türbinleri, elektrikli araçlar ve dev bataryalar – yani temiz enerjiye geçişin tüm araçları – bu madenler olmadan üretilemiyor.
Lityum, kobalt, nikel, grafit ve nadir toprak elementleri olmadan: Ne bir ev motoru döner, ne bir rüzgar türbini çalışır, ne de bir akıllı telefon titrer.
Yeşil enerji diyoruz ama bu yeşil hayali gerçekleştirmek için toprak altındaki gerçeklerle yüzleşmek zorundayız.
Ve işte bu noktada ülkeler arası büyük bir çıkar çatışması, enerji jeopolitiği devreye giriyor.
Çin
Çin bu yarışa çok erken başladı. Daha 1990’lardan itibaren nadir toprak elementlerini stratejik bir yatırım alanı olarak gördü.
Bugün ise küresel nadir toprak üretiminin yaklaşık %70’ini Çin sağlıyor. Küresel işleme kapasitesinin ise %85’i Çin’de. Rafine tesisleri Çin’de yoğunlaştığı için, sadece üretici değil oyunun kural koyucusu konumunda. Üstelik Çin artık sadece kendi kaynaklarına yaslanmıyor.
Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar genişleyen bir madencilik ağı kurdu. Kongo’daki kobalt madenleri, Arjantin, Şili ve Bolivya’daki lityum üçgeni, Endonezya’daki nikel rezervleri… Her yerde Çinli şirketlerin izine rastlamak mümkün.
Yeni Keşif: Çin’in stratejik hamlesi
Geçtiğimiz aylarda Çin’in Jiangxi eyaletinde yapılan bir keşif, bu oyunu daha da sertleştirecek gibi görünüyor. Tahminen 1,15 milyon tonluk nadir toprak rezervi bulundu. Bunun 470 bin tonu, stratejik öneme sahip praseodimyum ve neodimyum içeriyor. Bu madenler özellikle rüzgar türbinleri, EV motorları ve savunma sanayii için kritik.
ABD: Geç olsun güç olmasın?
Amerika, uzun yıllar boyunca madencilik işini dış kaynaklara bıraktı. Çevresel kaygılar ve düşük maliyetli ithalat nedeniyle kendi kaynaklarını kullanmadı. Ancak, Çin’in bu alandaki hakimiyeti, stratejik bir uyanışı tetikledi.
ABD son yıllarda: CHIPS and Science Act, Inflation Reduction Act gibi yasalarla; Batarya üretimi, maden işleme, yeşil teknolojilere devlet teşviki sağladı. Tabii ABD tek başına değil;. Avustralya, Kanada ve bazı Afrika ülkeleriyle stratejik ortaklıklar kurarak Çin’e alternatif zincirler oluşturmaya çalışıyor. Hedefleri ise hem bağımsız üretim, hem de teknolojik üstünlüğü korumak.
Bu hızlı hamleler sayesinde ABD, enerji satrancında birkaç hamle geri kalsa da, oyun dışı kalmak istemiyor.
Avrupa ise teknolojide güçlü ama kaynakta kırılgan.
Avrupa Birliği, sürdürülebilirlik hedeflerinde çok iddialı ama gel gör ki 2050’ye kadar karbon nötr olma planları, elektrikli araç ve batarya inovasyon projeleri, ve yeşil dönüşüm fonları için elinde yeterli stratejik maden rezervi yok. Kendi topraklarında çıkarım yapması da kolay değil. Neden? Çünkü Avrupa Birliği öncüsü olduğu çevre konusudaki hassasiyetlere, kendi içinde yüz çeviremiyor.
Sırbistan’daki lityum madeni projesi, halk protestoları sonucu iptal edildi.
Diğer birçok projede de çevresel hassasiyet nedeniyle geri adım atılıyor.
Bu nedenle Avrupa, Elektronik atıklardan geri dönüşüm yatırımlarına ağırlık veriyor. Afrika’da ve başka coğrafyalarda "etik ve sürdürülebilir madencilik" modelleri arıyor.
Ama açık gerçek şu: Kaynakta kırılgan, dışa bağımlı, teknolojide güçlü.
Bu da onu rekabetin en karmaşık oyuncusu hâline getiriyor.
Jeopolitik değil, etik bir mesele
Stratejik madenler sadece devletlerarası güç savaşlarının konusu değil; aynı zamanda insan hakları, çevre ve adalet meselelerinin de tam ortasında. İş ve İnsan Hakları Kaynak Merkezi’nin verilerine göre:
- Çinli şirketlerin denizaşırı madencilik faaliyetlerine dair sadece 2021–2022 arasında 102 ayrı ihlal raporlandı.
- 2023’te ise 40’tan fazla yeni suçlama STK’lar ve basın aracılığıyla kamuoyuna yansıdı.
- Bunlar arasında: Yerli halkların yerinden edilmesi, ekosistem tahribatı, güvensiz ve insan onuruna aykırı çalışma koşulları da yer alıyor.
Merkez, bu ihlallerin yalnızca Çin’e özgü olmadığını vurgulasa da, Çin’in küresel madencilikteki ağı ve etkisi, bu eleştirilerin odak noktasına yerleşmesine neden oluyor.
Geleceğe dair:
Bu rekabetin sadece “kim daha çok maden çıkarıyor?” yarışı olmadığını kabul etmeliyiz. Asıl mesele; kim maden işleyebiliyor? Kim bu kaynakları stratejik ittifaklara dönüştürebiliyor? Kim bu madenleri kullanarak yüksek teknolojili ürünler üretebiliyor? Bugün bu üç soruya net biçimde yalnızca Çin “ben” diyebiliyor.
ABD bu dengeyi bozmak isterken Avrupa ise daha yavaş ama daha etik bir model kurmaya çalışıyor.
Yeşil dönüşümün yeni adı "Jeomaden Politikası" oluyor. 2050’ye kadar dünyanın karbon nötr hedeflerine ulaşabilmesi için maden tüketiminin 2040’a kadar altı kat artması gerekiyor (Birleşmiş Milletler verisi). Bu ne demek biliyor musunuz? Artık sadece fosil yakıt politikası değil, aynı zamanda maden politikası da dünya düzenini şekillendirecek.
Bu sessiz savaşta, umuyoruz ki kazanan sadece kaynaklara veya doğru stratejiye değil; adil yöntemlere sahip olan olur.